Mustafa Muharrem
matmazel kasaba
Taş zamanlar . Şamdanlara yakarışlar diken kış!
Gövdemiz harflerden korkmadığı için
unutuyoruz dudaklarımızı vapurlarda
güneş pergelsiz dökülüyor
kelime bohçalarından ne söylesek
ya saçların tavrı çıkıyor sofaya
çeşme kızoğlan kız
aktıktan sonra ya pabuçlar
satılık kuşku demek tomurcuklar arasında
Konuşunca gar ve limon kabukları ve tabutlar
bir tabip dindirebilir mi zeytindeki yemini
bir bakkal – deniz gibi
günahkâr bez
kadar savaşkan- hesaplarken serçeleri
hangi yağmurla tartar Jan Garbarek’i bir sarraf,
yaprakların derdi mi ?
bir topuk çıkar, bir perde sancır,
bir kerpeten ibranî tarihleri sökerken,
bir gedik utangaç bakarken, bir bohça bıkarken
biz aynalara petrol mizaçtan zifiri geçip
savruluyoruz tan ortası – şurup ve
bilye hırsından- tercüme hasatlarda
İyidir oysa
şapkayı bütünlemek parmağın
gösterdiğinden ayın, denizden
kemanın heveslenmesine denk bir akşamla
toprağa rakı dökmek, berbere gitmek .
Sinema önlerinden,
hanımefendilerden kasabayı
tepmekten daha kalın şerbetlere
gündüzü faiz ödemek kötü.
Taş zamanlar. Pusatın tövbesini -samimî ve
garnizona göre tanrısal- kabul etti
pus, bilet yandı, cumayı
trene ait bir tez olarak çürüttü çürüttü
Matmazel
kasaptaki kırma nisana dayandı