Yıllar önce böyle demişim kendime. Yanımda olacakların beni bu kalıba bakarak tanımasını istemişim belli ki! Belli ki, şu zorba dünyada, tersine bir adam olarak fena halde afilli durmakmış niyetim. Hepimiz bir kereliğine de olsa yapmışızdır böyle tuhaf şeyler. Çünkü biz modernler, varoluşumuzu destekleyecek bir icada ihtiyaç duymaksızın ayakta kalamayacağımıza inanırız.
Hani olur ya, gençken, gençliği başa getirmişken kanayan yerlerimiz hiç kapanmasın istersiz. Kan kardeşi olmak için bileğimizi keser ya da kabuk bağlamasın diye yolarız durmadan dizlerimizdeki yarayı. Kanımız aksın ki canlılığımıza şahit olsun cümle âlem. O hışımla çıkmış olmalıyım yola. Ki cesaretim cehaletimden de büyükmüş. Boyumdan büyük kuyulara atarak sözlerimi, nefesimden önce sesimi boğmuşum. Çarpıcı bir tanımın parıltısı gibi duran bu egzotik icadla süslemişim etrafımı.
Ne fena şeydir insanın kendini klişe bir terkibe sıkıştırması. Ama yine de onsuz edemeyiz. Bir terkip ararız, kalpte bir sıkışıklık, ağızda kekremsi bir tat olsun isteriz. Bir etiketimiz olsun diye, etkisi ile iticiliği at başı giden bir şeyleri bulup buluşturup yapıştırırız etimize. Bilgelikle aptallık arasındaki sınır kadar belirsiz, eciş bücüş bir mihenk! Ölç ölçebilirsen.
Ölçmemişim, ölçecek bir terazim de olmasın istemişim. Soyut bir kipin kuyruğuna ne saçmalıklar takmışım da haberim yokmuş. Şairin dediği gibiymişim; gençmişim ya, ne fark eder deyip geçmişim! Ne fark eder deyişim kader kadar olmuş, büyüyüp otağ kurmuş, yürek katında dağ gibi. Heyhat! Bilmeden farkı istemiş olanların düştüğü akıbetle kapanmış üstüme perde. Genç gözüyle bakınca… dur, dur; gencin bakacak gözü mü olurmuş yahu?
Şimdi geriye dönüp baktığımda, kendimi süslemek için bulduğum o tanımda sıkışıp kalmış olmamdan başka bir şey ilişmiyor gözüme. Bulduğum icad beni mucidler katına mı erdirmiş? Nerde? Parlattığım mısrada sönüşmüş aydınlığım. Oturduğum taht çürük bir lekenin çoğuluymuş. Bindiğim dala göz dikmişim, sakalla bıyık arasında gidip gelmişim. Ne Musa’ya yaranmış ne İsa’yı gönendirmişim.
Bak hele ki sabit değilmişim, olduğum yerden de ayrıldığım söylenemezmiş hiç. Bana doğru uzatılan bir el olmamış, olanı da ısırmayı tercih etmişim. Hanidir önden koşanların arasındaymışım da bir adım öteye düşürememişim yorgunluğumu. Yoğrulduğuma yorduğum teknenin dibiymiş asıl yamuk olan. Attığım taşlarla güldürmüşüm kurbağaları. Parmakla sayılmaz birkaç dostum olmuş, birkaç düşmanımla iş tutmaları için verdiğim rüşvete tav olan. Yüzme biliyorsam da derinliğim hiç olmamış. Dik durmuş eğik kalkmışım. Uyanık olduğum saatlerin tamamı uykudan ibaretmiş meğer. Çok sonra fark ettiklerimi de çok sonra fark ettiğimi fark etmişim. Rüya diye dadandığım gündüz düşü, gündüz diye avunduğum gece kuşuymuş. Bir işim olmamış hiç, iş diye tuttuklarım da işten sayılmazmış. Sonda söylemem gerekeni başta söylemekmiş hünerim. Heybemi dolduruyor diye sandıklarım kamburuma kangren oluyormuş. Dönüp dolaştıklarım durduğum yerden başkası değilmiş. Acı bildiğim şey tadından yenmezmiş, ağu diye zerk edilen cıvaymış gençlik iksiri. Cehaletim okuduklarımdan ibaretmiş, körlüğüme fazladan bir kat perde olsun diyeymiş gördüklerim. Işıtsın diye yaktığım mumu söndürerek eritmeyi tecrübeden saymışım. Saydığım adamların yanında harcanması kolay bir rakam kadarmışım. Düşüşüme kefil olacaklardan seçmişim meğerki tutunduklarımı. Gözümü oyması için beslediğim kuzgunmuş karnımı doyuran fesat. Hasılı tam doldurduğum yerde bir eksikliğin izi, bir olmamışlık hissiymiş beni tamama erdiren kat. Haydi, sıkıysa al başını git, cepheden kaçtı desinler. Ya da kal, ki dostlarının kurşunuyla ölesin!
-
Fotoğraf / Ara Güler