Mustafa Muharrem
güz haklı
Güneştir o göl
gülümser, sakallar uyanırken
kendini vurgulamak için çevirdiği topaca hırs
olan Tanrı : Kızları kısan kim
çaydanlıkta ? Öğleni şüphelendiren
en önemli detay bu merak
saçlarda . Olsun. Fincan, biraz budala.
Fakat ben
kirpiklerinden gelinmiş bir tango kadar
şanslı değilim asma yaprakları ve
güz karşısında. Buna sevinecek bir batı
yok ufukta çın çın sararmak uğruna
meleklerin attıkları kahkahada.
Ya yeleleri sıladan puan silen kısrak ? O da.
Bakın, pazar yaklaştırmıyor yanağını
postacı deniz vermiyor
imzalattığı sükûttan !
Ben oysa, terk etmekle nasıl bir ortaklığı
var akasyanın ve mızıkadansa patlayışa
bağışlanmış ağzımın hangi küheylanda yanıldığını
umursamadım kıvılcım fetihleri ve
çömlekler arasında. Başka ?
Ey gemideki halat !
Ey fanustaki toz ! Ey beyaz ağrı !
Ey akşamı karanfilden koruyan kadın !
Gramofona özenirse tan, savaş tanısın
veya tanımasın, temmuz bâkire
anılsın veya anılmasın, bakraçlar
su kadar anlasın veya anlamasın,
her kirpik şartında ölüm köpekçe serkeştir.
Biz hayreti
vişnesiz temellere dayandırmaktan
mutluluk,
örümcekten memnuniyet duyarız : Çini bir utançla,
kaşların arastasında. Dokunmak
gün batımı hakkında
en kapsamlı -şarap hariç- yorum çünkü.
Bu yüzden bakarak pürüzlerini gider eylülün.
Irmak. Otobüs boşalınca
nerde harlayıp yanar öykü ? Manolyaların yola
şarkılar gibi dökülüşünü saklayacaksa,
ne yapsın kumlarla varak ?