Mehmet Erte
Ben, Söylemiyorum, Söyleniyorum
Güneş kırışıklar getirir, rüzgâr çatlaklar size.
Deniz yaralarınıza iyi gelir. Sokaksız edemezsiniz sabahları.
Lalenin taçyapraklarındaki narinlikle
seyredersiniz gökyüzünü.
Mevsim bir şemsiyedir, kapatıp açarsınız.
Güneşi doğuran ve batıran sanki yelkovan kuşlarıdır.
Sanki gözleriniz yoktur ve sokaklarda çırılçıplak gezersiniz.
Ama güneş rüzgâra biner ve batar
ve siz trenlere sokaklardan gelip de, giyinip de binersiniz.
Siz trenlere binersiniz ve ölürsünüz. Ama ölünüz,
ölünüz: Madem ki kuşlar
sadece bakire kızları uyandırabiliyor,
bakirelerden gerisi ölsün.
Sabahın bir sigara ile taranan saçları kesilsin.
Ve sonbahar hiç hüzünlendirmesin sizi.
Çıkartın tüm yüzüklerinizi!
Yaz hiçbir şeyi unutturmayacak,
kış hiçbir şey hatırlatmayacak.
Kapatın kapıları pencereleri,
çekin perdeleri! Işık eşyayı bulandırıyor.
Bakın, bir şeyler değişiyor her an,
bir şeyler değişiyor durmadan…
Şeyler değişirken bir toz kalkar üzerinden zamanın,
bu toz gelir bana yapışır,
ben çekerim acısını gelişen şeylerin.
İşte bu acıyla
binbir kımıltının böğrü bileklerimi sürüyorum önünüze;
ben, söylemiyorum, söyleniyorum.
Böğürüp hırlayan bir Mehmet Erte
elbet bilgece susanına yeğdir diyorum.