“Günümüzde şiir ortamı yok. Dergi çevreleri var. Bu ortam mıdır acaba? Türk Şiirinin bir merkezi yoktur. Mahfil zenginliği veya şair mahalleleri vardır. Ama bu mahalleler ne kadar çarşıya merkeze ulaşıyor tartışılır.”
Cevapsız Aramalar’ın sahibi Hüseyin Karacalar ile şiirin sağını solunu kurcaladık.
Röportajı yapan: Yavuz Altınışık
En başa sararak sormam gerekirse, ilk şiirinin yayınlanmasından son şiirine kadar “Cevapsız Aramalar”ın meydana çıkış sürecini dinlemek isterim senden. Şiire ne zaman, hangi nedenlerle başladığına kadar da götürebiliriz bu tarihi.
Şiir yazıyorum çünkü diye devam eden cümleyi tamamlayamıyorum. Kader ve nasip beni şiirle buluşturdu. Dil zevki, okuma alışkanlığım, kelimelerle kurduğum bağ, söyleme ve anlatma isteği beni şiire yöneltti demek ki. Çocukluğumdan beri hayal dünyam beni büyüten ve besleyen en önemli özelliğim olmuştur. Babaannemin masalları, dedemin bize öğrettiği Yunus Emre ilahileri şiir yazma zeminimi oluşturan özelliklerdir diyebilirim. Yani “İsteyene ver onları/Bana seni gerek seni”, “Bu aklu fikriyle Mevla bulunmaz”, “Göçtü kervan kaldık dağlar başında” gibi mısraların bilinçaltımda yer ettiğini düşünüyorum. Sonrasında okuma serüvenim iyi kitapları keşfetmem, sağlam şairlere ve nitelikli edebiyat dergilerine ulaşmam bende var olan –demek ki- yazma, söyleme isteğini ortaya çıkardı. Çevre de önemli tabii. Sivas’ta ve üniversite yıllarımda edebiyatla ilgilenen arkadaşlarımla olan birlikteliğim şiir yazmamı tetikledi.
Balkondan düşen mandaldan Ümmü Gülsüm’e, gecikmiş faturalardan google chrome’a, yüzde elli indirimlerden cipralex’e kadar es geçtiğimiz küçük detayların naif görünümlerinin sergilendiği büyük bir vitrine benzetiyorum senin şiirini. Görmezden geldiğimiz bunca detayın sende bir karşılığı olmalı?
Ayrıntıları yakalamak, sıradan gibi görünen veya herkesin es geçtiği, görmezlikten geldiği şeyler, benim zihin dünyamda farklı bir hatıraya, anlama bürünüyor. Meşgul ediyorlar. Ben de bunları imgeye dönüştürerek mısralarımda kullanıyorum. Vitrine çıkanın göz alıcılığı vardır. Bir yönüyle de aldatabilir. Ben yaşadıklarımdan besleniyorum. Kurgunun içinde bile yaşanmışlıklarıma yer veriyorum. Çoğunlukla birinci tekil özneyle yazdım şiirlerimi. Eğer şiirlerim naif bir karşılık buluyorsa insanların hayatında o zaman kalbim mutmain oluyor.
İlk şiirinle kitabın ortasından başlıyorsun adeta. “Hesabım bitmedi şimdi defteri kapatmadım daha” diyorsun. “Şair hesabını dürmedi daha” mısralarıyla şiirin bu dünyada olup bitenleri olup bitmemiş sayanlar için bir öç alma biçimi olduğunu mu söylüyorsun yoksa? Şairin hesabını dürmediği, defterini kapatmadığı şey nedir?
Yaşadığımız hayatın en büyük tanıklarıyız. Kendi kendimizin şahitleriyiz aynı zamanda. Yalancı çıkacaksam da kendime yalancı olayım. Başkalarının şahitliğine endişeyle yaklaştığım zamanlar da oluyor. Ne demek istiyorum: Hesabımız var. Olmalı da. Hesap kitap bilmem. Ama hesap sorulması gereken bir dünyadan geçiyoruz. Bakkalın tuttuğu deftere güvenirdik sonradan ne olduysa aynı hesap defterinden kendimiz de edindik. Ay sonu karşılaştırma ihtiyacı duyduk. Güven duygusunun yitirildiği, sahteliklerin iyice arttığı bir dönemde hesap sormak hakkımız diye düşünüyorum. En çok şairler sormalı. Allah’ın sevdiği şairlerden olabilmemiz için.
Fırsat Kuponu şiirinde şu mısralar dikkatimi çekti doğrusu; “Bir sandalye koymuşlar ortaya sorguluyorlar beni karanlık / Sormayın benimkisi / Habil ve Kâbil’den kalma bir dava.” İyi ile kötü arasındaki sonsuz gerilimi imleyen, nostaljiye açık bir içeriği var şiirlerinin. “Tutunacak bir ip arıyor boynum” ifadesini de bunların yanına koyarak düşünürsek; iman etmiş bir şair olarak, bu geriye dönüp bakma gerekliliğini nasıl yorumlarsın? Niye kalbimizdeki yangın tufandan önce başlıyor, geçmişin havlusuyla yüzümüzü silme gereği duymamız niye?
Sevgili Yavuz, bu soru da bir öncekinin devamı niteliğinde bana göre. İman etmiş şairlerin hesap defteri gibi amel defterini de diri tutması lazım. Yangını seçmek tercihimiz. Bu bizi anlamlı ve diri kılıyor. İyilik ve kötülüğün mücadelesi içinde bulduk kendimizi. Bırakalım boynumuz ip arasın. Tufandan önce yangına koşmayı bilenlerimiz var. Geçmişle yüzleşerek koşuyoruz. Mısralar bizim en güzel havlumuz galiba.
Cevapsız Aramalar’da yer yer lunapark vurgusuyla karşılaşıyoruz. Hatta Mustafa Kutlu’nun “Bu Böyledir” kitabına da bir göndermede bulunuyorsun. Şiirlerinden yola çıkarak sormam gerekirse bizi baştan sarmalayan bu suç ve cezanın eczasını bu çıkışsız lunaparkta bulamayacak mıyız? Bir çıkış yolu yok mu ya da bizi bu denli umutsuzluğa iten, çıkmazda olduğumuz duygusuyla sarmalayan şey ne olsa gerek?
Lunapark imgesini bizzat Kutlu’nun “Bu Böyledir” kitabından ilhamla aldım. Son mısrada da “nasıl çıkarız lunaparktan?” diye aynı soruyu sordum. Bir cevapsız arama daha bırakmışım maalesef. Ama bu metaforu çok sevdim. Kafka’nın Şato, Buzzati’nin Tatar Çölü ve Beckett’in Godot’u Beklerken romanlarının içeriğindeki gibi bir metafor geldi bana. Alışmak en büyük tehlike. Lunaparkta eğlenen kalabalığın içinde kaybolursak çıkış bulamayız. Lunapark metaforu dünyaysa biz buralı değiliz demeliyiz.
“Denge siyaseti güden akıllardan sıyrıldım” diyorsun bir yerde. Oysa şairlerde dâhil herkesin dengede kalmak istediği bir zaman zarfında söylüyorsun bunları! Denge siyaseti güden akıllardan neyi kast ettiğini özellikle merak ediyorum? Nedir türbeleri küstüren, sana otağını söktüren bu aklın dengesi?
“Benim dengemi bozmayınız”dan ilham alınmış bir tavır var burada. Denge siyasetinin olduğu yerde çıkar vardır ve varlığın tehlikededir. İpte yürümek zordur cambazlık gerektirir. Gözüm hiçbir zaman yükseklerde olmadı. Yükseklik korkum da var zaten. Yukarıdan bakarak insanlara kendimizi beğendirmemeliyiz. Düşmek tehlikelidir. Ayaklarımın yere basmasını önemsiyorum kendi başıma kimseye ihtiyaç duymadan. Baktım böyle olmuyor çadırımı sökmesini bilirim.
Dört Cevapsız Arama ve Protokol Krizi şiirlerinle yersiz yurtsuzluğumuzun sızısını resmeden bir içerik sunuyorsun bize. Şairin kendine geç kalmasını “Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?” olarak mı anlamalıyız yoksa kendimize yetişmenin şartı yine şiirden mi geçiyor?
Kesinlikle söylediğin gibi. Şiir en korunaklı alanımız. Kendimize geç kaldığımızı hissettiğimiz an, kendimizi ertelediğimiz an şiir imdadımıza yetişiyor. İki türlü kavuşmak gibi. Şiirin bize, bizim şiire kavuşmamız yurdumuzu bulduğumuz andır.
“Şair Kalabalığı” şiirinle sanırım günümüz şiir ortamını hicvediyorsun. Şiirin itlerden, bitlerden ve yavşaklardan korunmasına yönelik bir dua ile bitiriyorsun şiiri. Şiiri kategorize ederek ayrıştıran bu kuramsal yaklaşımlar bir kalabalık mı oluşturuyor? Şiir bu kalabalığın gümbürtüsüne mi gidiyor?
“Şair Kalabalığı” şiiri, kitabın en sıra dışı şiiri oldu. Bazen kitapta yer vermeseydim diye de düşünüyorum. Duama ise her zaman “Âmin” diyorum. Şiirlerini geri plana atıp kuramsal yaklaşımlarını önceleyenler kendi ayaklarına sıkmıştır. Şiirleriyle poetikaları birbirini tutmayanlara yönelik bir eleştiri yaptım. Yazık etmişlerdir. Poetika olgunluk dönemlerini yansıtmalı şairlerin. Şiirin bir yükselişe geçtiği zaman sahip olduğun poetika kendiliğinden oluşur. Poetika, yazdığın şiirin yansımasıdır. “Poetika ile temel atıp bunun üzerine şiirimi inşa edeceğim.” Demek, yazdığın şiire büyük bir haksızlık olur. Bu çıkmaz kuyuya düşenlerin Türk şiirinden silineceğini düşünüyorum.
Günümüz şiir ortamını nasıl değerlendiriyorsun? Takip ettiğin genç şairler var mı? Birkaç isim istesek?
Günümüzde şiir ortamı yok. Dergi çevreleri var. Bu ortam mıdır acaba? Türk Şiirinin bir merkezi yoktur. Mahfil zenginliği veya şair mahalleleri vardır. Ama bu mahalleler ne kadar çarşıya merkeze ulaşıyor tartışılır. Mahalle ve çarşı diyorum. Geleneksel Türk şehirleri zihnimde oluştu birden. Oysa modern zamanları yaşıyoruz. Şiir Tokilere ve rezidanslara mı taşındı, ne dersin?
Günümüzde çıkan edebiyat ve şiir dergilerini, fanzinleri ve elektronik ortamda yayın yapan dergileri takip etmeye çalışıyorum. Hatta yoruldum da diyebilirim. Güzel, sağlam bir şiire ulaşmak için çırpınıyorum. Çok da umutsuz değilim birkaç mısra yakaladığımda bile mutlu oluyorum.
Takip ettiğim çok şair var. Ebabil, Hece, 160. km, Natama, Dünyadan Çıkış, Edebi Şeyler, Dergah, Profil, Heterotopya, Ki Yayınlarından çıkan şiir kitaplarını takip etmeye çalışıyorum. Şu an aklıma gelenler bunlar.
Hepimizin bir şekilde bulaştığı bir sosyal medya gerçeği var. Şairlerin sosyal medya ile imtihanı nasıl geçiyor sence? Bir savrulma mı, bir toparlanma mı yoksa bir ayrışma mı söz konusu?
Sosyal medyadaki halleri tam bir hayal kırıklığı. İncelikten, nezaketten entelektüel tavırlarını kaybedip kendilerine yazık ediyorlar. Yıllardan beri “Edebiyatımızda eleştiri neden gelişmedi?” diye tartıştık durduk. Artık tartışmayacağız. Çünkü eleştiri türü ölmek üzere. Eleştiri gibi görünen düşüncelerimizi sosyal medyada sahibine ulaştırıp rahatlıyoruz. Oysa bir şiire, kitaba veya bir fikre yönelik düşüncelerimizi dergiler üzerinden ulaştırıp yine karşı cevabı dergi aracılığı ile almak gerekir. Büyüklerimiz böyle yapmış. Teknolojiye yenik düşmemeliyiz. Kaybeden edebiyat oluyor bence. Ama bu sosyal mecrayı kaliteli kullananlar da var. Etik, estetik değerleri sergileyen kişiliğinden taviz vermeden güzel paylaşım yapan isimleri takip etmeye çalışıyorum.
Üslubuna yön veren, bakış açını belirleyen, seni etkileyen şairler arasında kimler var?
İkinci Yeni’nin sularında büyük bir keyifle gezinmeyi çok seviyorum. Beni etkileyen en önemli şairler ise Sezai Karakoç, İsmet Özel ve Cahit Zarifoğlu’dur.
Son zamanlarda okuyup etkilendiğin kitaplar, dinlediğin müzikler, izlediğin filmler var mı? Biraz da onlardan konuşalım istersen?
Bu soruya cevap verdiğim sırada Ahmed Yüksel Özemre’nin “Gel de Çık İşin İçinden ve Üsküdar’da bir Attar Dükkanı’nı okudum. Şu an elimde Marco Polo’nun “Dünyanın Hikaye Edilişi” adıyla basılan seyahatnamesi var. Vincent Van Gogh’un “Theo’ya Mektupları”ndan çok etkilendim. Thomas Bernhard’ın bütün kitaplarını bitirmek için heyecanlanıyorum. Bu soruya cevap verdiğim sırada Youtube’de, Özer Özel’in sesinden güzel şarkılar dinledim. Özellikle dünyanın değişik yerlerinden şarkılar bulup dinlemeyi çok seviyorum. Benim için coğrafi keşiflere çıkmak gibi bir şey.
“Soğuk Savaş”, “Anaokulu Öğretmeni” “Ahlat Ağacı” ve “Dovlatov” gibi çok güzel filmler izledim.
İkinci kitabı ne zaman yayınlamayı düşünüyorsun?
Şiirlerim birikiyor. Bir kitap bütünlüğüne ulaştığında ikinci kitabımı çıkaracağım inşallah. Ama ne zaman ulaşır bilmiyorum. Allah kerim.