Göz: İçin dışarıya açtığı yokluk penceresi. Bir uzaklık imgesi olarak sen’in doğuşuna gebe olan rahim. Kendisi ile dokunduğu nesne arasına mesafe koymak gibi bir zorunluluk yasasına muhatap olduğundan görüşü sınırlı kozalak. “Görmeden iman etmem” diyenlerin amentüsü. Ben merkezli yalanın yanılgıya dadanmış diyaframı.
Kulak: Diğerine açılan kapının çok katmanlı akustik koridoru. Sen’in ben’le karşılaşmasına el veren yakınlık hissi. Sessizliği bile duyumsatan bir inceliğe yapışık olduğundan sanata en yakın zemin. Kör karanlığa kara karıncanın resmini çizdiren letafet fırçası. Oku emrine muhatap olması hasebiyle “işittik ve iman ettik” diyenlerin mabedi.
İnşaat: Son devrin şahit olduğu en kaypak ideoloji. Modern zamanların karnında büyütülen zebanilik çeşmesi. Murdar bir zihnin mukaddesata batırarak kutsadığı medarı maişet motoru. Ezici körlük iktidarının taçlandırılmış geriliği. Terennümünü inşa etmenin barbarlığına yaslayarak estetize eden kirli tekne.
Akıllı telefon: Fıtrat bozgunu dezanformasyon kanalı. Popüler kültürün olmazsa olmaz diye dayattığı çok programlı mekanizma. İnsan mahremiyetini deşiştiren iki ucu laciverte değdirilmiş değenek. Aklın görsel motivasyonu ya da hazza dikilmiş mastürbasyon erki. Bedenin mekân algısını parçalamakla görevli simya.
Zaman: Şimdinin ruhuna iliştirilmiş geçişken rütbe. Geçmişle gelecek arasına gerdirilen nezaret dairesi. Onarıcı mühendis, ağrılarımıza yapıştırılan sağaltıcı yara bandı. İhtiyarlığına şahit olamadığımız delikanlı bilge. Her şeye şahit olmanın ağırlığı ile dolanan, canı en son alınacak varlık.
Yalnızlık: Her şeye dokunan fakat hiçbir yere varılamayan ucu açık yolculuk. Varlık sathı üzerinde ilerleyememenin boyutsuzluk hali. Canlının taşlaştığı kriminal laboratuvar. Yalnız O’nun olduğu Onsuz hiçbir şeyin soluk almadığı ruh güzellemesi. Bela gibi görülen büyük ikram sofrası. Çalkantı çatlamanın tomurcuklandığı mekânsal uzam. Varlığa değmeden varolmanın, çıkışı ancak Onda bulmanın ulaştığı son tarif.
Mekân: Zamanın biçimlendiği koşu kulvarı. İçeriğin forma, formun İçeriğe üflendiği mıknatıs. İnsanın durduğu yer ile düşüncesi arasında kurulan rabıtanın merkezi olması bakımından aklın da biçime kavuşturulduğu nihai kalıp. Tenin görüntüye aldandırıldığı yamalı morfin.
Müzik: Aklın sınırında çiçeklenen köşesiz papatya. Çağın debdebesinde delirmemek için tutunduğumuz çınçınlı kulp. modernliğin çarpıklığında ara ara sonsuz olarak betimlenerek tanrısal bir egzotizme batırılmaya zorlansa da ruh için bir naiflik yurdu olduğunu ıskalamamak gerekir. Kulağın eşyayla olan irtibatında işlevselliği büyük parıltılı gerçeklik.
Gölge: Işığın yıkandığı kutsi serinlik. Yeryüzünü, görüntünün soluklandığı derinlikli bir zemine çevirmekle meşgul. Işık ile nesne arasına gerilen kadife keseli ten. Eşyanın varlığına can veren esenlik. Gölgenin olmadığı yerde ışığın kıymetinden bahsedilemez. Güneşe naz eden bir sevgili olarak resmedilir fotoğraflarda. Işığı karanlık çerçevesinde netleştiren dolgusal kadraj.
At: Gördüğü rüyayı yorumlayamayan eksik ihtişam. Kasın ve soluğun birbirine karıştığı yerde şekillenen estetik. Kadim dünyanın vazgeçilmez savaş teçhizatı. Şimdiki dünyanın ise kazanma fetişizminde terletilen iç acıtıcı gerçeklik. Süs bitkisi ya da çoluk çocuğun oyuncağı olma durmuna düşürülmesi kıymetinden bir şey eksiltmiyor. Üzüntüsü gözlerinden okunan ahretlik. Caiz olsaydı birlikte gömülmeyi tercih edeceğim tek yoldaş sayardım onu kendime.
Koku: Bir yerden başka bir yere geçmenin ipekle işlenmiş kapısı. Şüphe yok ki uçarılığında ruhu kanatlandıran bir nüve var. Alıp götürmenin çok başlı bir kartalı gibi, daha çok geçmişin kapılarını zorlayan anımsatıcı bir rol üstleniyor insan için. Varlığın içine sıkıştırılmış basınçlı bir kod gibi kişiyi kişiye, eşyayı göze, teni ruha alıştırıp yakınlaştıran dünya neşesi.
Demokrasi: Kılıfına uydurulmuş çare bulma yalanı ya da “minareyi çal kılıfı hallederiz” deyiminin kuramsal işgüzarı. Çoğunluğun iktidarı cilasıyla parlatılmış pazarlama imgesi. Kılıcın kınına kaba geldiği tombik manifesto. Her sorunun ilacı gibi pazarlansa da kendi kendinin kanseri olan yenidünya despotizmi. Erkini sandıkta kabartan fallik uygarlığın soluklandığı enine şişirilmiş diaspora.
Medeniyet: Kavramsallaştırmanın cılkı çıkmış yumurtası. Popüler kültürün yedeğinden ayırmak istemediği işlemeli baston ya da cehaletin kılavuz değeneği. Birçok belagat ustası konu bulamayınca bu bastona dayanarak yol almak ister. Zor zaman hapı gibi yutulması kolay bir tür olarak zokanın en büyüğüdür. 18. yüzyıl icatlarının başında gelen ve modern zamanların ağza sakız çaputu. İşgalciliğin kavramsallaştırılarak güzelleştirilen erotizmi. Hristiyan aklın bir uzantısı olarak içi barutla doldurulup İslam elemine salınan Truva atı. Kız kardeşi kültür’dür.