Tecrübeyle Çarpılmak

Türkçeyi Kur’an alfabesi üzerinden okumayı unuttuğumuzdan beridir gaza meydanlarından firar edenlerin yazıyla çektikleri numaraları, karar etti olarak alkışlama eğilimindeyiz. Bir noktayla değiştirilen yalanın tahribatı her geçen gün biraz daha büyüyor. Yalanın büyüğü de dil üzerinden işlerliğini yürütüyor. Bayındırlık meskenini işgal edenlerin tarumarından gönlümüze Hicaz değil caz üfürülüyor. Gülüp geçmeyi bile bayağılıktan sayacağımız işlerin Türkçenin başına bela edilmesi gündeliğin olağan bir sonucuymuş gibi sürülüyor önümüze. Dilin baltalandığı, sözün değersizleştirildiği, anlamın kaydırılarak yerinden edildiği günleri çoktan geçtik. Göz gözü görmez bu toz duman içinde, endişemize derman olacak keskinlikte gözlerin varlığına hasret olsak da; sesin sesi tanıyacağı umuduyla kendimizi teselli ediyoruz.

Lügatlere inanacak olursak tecrübe kelimesinin günümüz Türkçesindeki karşılığının “deneyim” olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Bir galat-ı meşhur olarak dilimize dolanan deneyim kelimesinin orijinalinin ise tecrübeye denk geldiği söyleniyor. Tersinden de düzünden de gitsek meselenin gerçekliği dil bilmezlerin elinde yalana bulanmış durumda. Oysa Türkçeyi aslından, yani Kur’an harfleri üzerinden okuduğumuzda, tecrübe dediğimiz kelime, bizi, alnımızı ağartacak bir alanın kapısına götürüyor. O kapı bizi şaşırtmakla kalmıyor, Türkçenin bile isteye nasıl güdükleştirildiğini de acı bir gerçek olarak suratımıza çarpıyor. ÇARP’ıyor, çünkü Kur’an’ın da kendisi ile cedelleşeni “çarp”an bir kitap olduğunu tecrübe gerçekliğinde kulağımıza fısıldıyor.

Baştan söylemek gerekirse tecrübe ile deneyim arasında herhangi bir bağlantı yok.  Hiç olmadı da. Yani deneye yanıla elde edilecek bir bilgilenme biçimi değil tecrübe. Kökenine baktığımızda, bu kelimenin, daha çok bir hâli işaret ettiğini anlıyoruz. Sık sık tekrar edilenin bizde bıraktığı sıkışmışlık hâlini!

تجربة = tecrübe
جرب= (ce-ra-be) çarp
Kelimenin kökeni (جرب) ce-ra-be. Yani eskimez yazı ile okunacak olursak dilimizdeki telaffuzu tam olarak “çarp” diye çıkıyor. Yine aynı kökten türeyen bir kelime olarak cerab’la karşılaşıyoruz.

Araplar cerab kelimesini yerine göre dağarcık yerine göre de torba, çanta, cüzdan hatta kın anlamında kullanıyor. Uyuz olan deveye de cerab dedikleri gibi iki vadi arasında yol açmış ırmağa da cerab kelimesiyle karşılık veriyorlar. Türkçedeki çarp, çarpma, çarpı, çarpıcı kelimeleri de tam olarak buradan türüyor.

Cerap kelimesinin tüm anlamlarını yan yana koyduğumuzda her bir anlamının sıkışma ile ilgili olduğunu açıkça görebiliyoruz. Bu görüntü üzerinden yürüdüğümüz yol, tecrübe dediğimiz kelimenin bir sıkışma hâlinin izahı olduğu kanaatine götürüyor bizi. Kökü itibari ile duygu durum tanımına denk gelen bir hâle vurgu yapsa da, bütününde bir bilgilenme biçimi, temas ettiği şeyde iz bırakan bir tesir gücünü de açıklığa kavuşturuyor.

Kelime kök anlamı ile doğrudan bizi (جرب) çarb’ıyor. Zira dokunmak başka çarpışmak başkadır. İki şeyin birbirine çarpması esnasında meydana gelen sıkışma hâlini düşünün! Ya da iki elin birbirine sür’atle çarpmasından doğan sesi! Dolayısıyla çarpmanın sıkışmayı, sıkışmanın da ortaya çıkardığı silinmez bir izi olduğu meydana çıkıyor. Sırası gelmişken söylemek gerekir ki; ses benzerliği dolayısıyla sıkışmanın argodaki karşılığı da aynen böyledir, sonuca müteallik olup somut bir iz bırakır. İki metalin çarpışmasından sadece sıkışma hâli meydana gelmez, aynı zamanda o hâlin üzerinde telafisi zor bir iz de bırakılır.

(جرب) ce-ra-be kelimesinin karşılığı olan dimağ, torba, cüzdan, uyuz deve, ırmak ya da çanta; hepsinin sıkışmışlıkla doğrudan ilintisi var. Bu saydıklarımızın tamamının bir şeylerin üst üste ya da yan yana sıkıştırıldığı mekânlar olduğunu biliyoruz; tıpkı kılıcın kendi kınında sıkıştığını bildiğimiz gibi. Torba veya çanta, bir sıkıştırılma mekânıdır. Para cüzdanımızda, eşya çantamızda sıkışmış haldedir.

İki vadi arasında akan su kendi kendinin sıkışıklığını gerçekleştiren akışıyla bir cerab’tır. Vadinin oluşması da suyun akışıyla ilgilidir. Aktıkça kendine yol yapandır su, yol yaptıkça da aşağıya indirir kendini. İki vadi arasında sıkışmışçasına akar, aktıkça arkını aşağıya doğru törpüler. Her törpü bir inişi gerçekleştirir ve her santim inişinde su, vadi kenarlarına katman katman iz bırakır.

Uyuz olan deve kadar canı cendereye sıkışmış ne olabilir mesela? Uyuz olmuş bir devenin rahatsızlığı dolayısıyla açığa çıkan iz’lenebilirliğin somutluğuna ne demeli? Uyuzluk hem devenin vücudunda hem de davranışlarındaki anormallikte gözle görünür bir iz bırakır.

Kalp çarpıntısı da bir sıkışma halidir, aşk çarpıntısı da! İkisinden de insana kalan derin izler vardır ki, silinmez. ÇARP’ıcı bulduğumuz her şey biz de bir iz bıraktığı için çarpıcıdır. Kulağa yönelik bir şey olduğu içindir ki; şimşeğe çakan deriz. Göze temas eden ve üst üste aynı şeyi tekrar eden bir sıkışmışlık hâli olduğundan çarpılan bir şeydir dilimizde yıldırım. Yıldırım çarptı deriz. Hâsılı ne tarafa dönersek dönelim tecrübe dediğimiz kelime bizi çarpmaya dayalı sıkışmışlık haline davet ediyor.

Peki, matematikteki çarpma işlemi de ne ola? Onun da sıkışmakla ilgili bir yanı olabilir mi? Elbette ki çarpma da matematikte sıkıştırılmış bir işlemin halidir. 9×9 dediğimiz işlem, yan yana dizili dokuz tane rakamın sıkıştırılmış halinden başka ne olabilir? Ayrıca çarpı atarız, işaretlemek istediğimiz şeylerin üzerine.

Dolayısıyla tecrübe dediğimiz şey deneyim ya da denemekle ilgili bir durumu karşılamaz. Sıkışmak ve buna bağlı iz bırakmakla ilgili bir hâli izah eder bize. Bir şeyin tekraren, sık sık yapılması halinde ortaya çıkan bir durumu betimler. Bu yüzden bir şeyin çarpıcı gelmesi de biz de bıraktığı izle ilgili bir şeydir. Art arda yaşanılan şokun zihnimizde bıraktığı izin adıdır çarpılmak. Rüzgâr da, güneş de maruz kaldığımız sıklık ölçüsünde çarpar bizi.

Ve hatta Kur’an’ın da çarptığına inanırız biz. Çünkü tanıyıp bildiği halde hakikate mugayir bir şekilde yürütülen bir hayatın iflah olmaz bir yamuklukla yalpalamasını çarpılmışın çarpılmışı olarak addederiz. Çarpılmışlığı salt somutlukta arayanı ise kalben ve zihnen alınan hasarın izini göremeyecek bir körlüğe duçar olduğunu kabul ederiz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir