15 Temmuz gecesinde neler olup bittiğini hafızalarımızdan çıkaracak değiliz. Ömer Halisdemir’i, Halil Kantarcı’yı, Kazanlı Gazi Mustafa Zorova’yı, Şerife Boz’u ve ismini saymakla bitiremeyeceğimiz nice şehit ve gazileri Türk milleti olarak kıyamete dek minnet ve şükranla anacağız.
Tanklara karşı direnenlerin kahramanlıklarını unutmayacağımız gibi tanklara alkış tutan, asker postalından medet umup üniformaya selam duranları da hafızamızdan çıkarmayacağız.
O gece kimin ne ile meşgul olduğunu, kimin “sulhu selamet” için makarna kuyruğuna girdiğini, kimin bayrağını alıp silahlara karşı yürüdüğünü, kimin hangi tarafın kesesinde yer tutmakla paçayı kurtaracağının hesabını yaptığını hafızamızda hep diri tutacağız. Gece “darbe” çığlıklarıyla zil takıp oynayanların sabah “tiyatro” diye uyanmalarını da fıkralarda yaşatacağız.
Terazinin ağır basan tarafında yer almak için dakika kollayıp denge gözeten bukalemunları, darbeden üç gün sonra demokrasi konusunda duyar kasan şarlatanların eyyamcılıklarını fırsat buldukça yüzlerine çalacağız.
Unutmayacak, unutturmayacağız…
O gece ve sonrasında yaşana her olayı, her tavrı, gerekirse her türlü jest ve mimiği bu memleketin şanlı geleceği için kayıtlara geçirecek ve bin yıllık bir arşiv ihtimamıyla nesilden nesile aktaracağız.
Darbe gecesi olur da unuturum endişesiyle şahit olduğum, görüp gözettiğim her olayı kendi çapımda kayıt altına almaya çalıştım. Çocuklarıma, her durumda tetikte kalmaları, yaşadıkları toprağın izzet ve haysiyetine halel gelmesi durumunda ne yapmaları gerektiğini anlamaları ve din kisvesi altında madrabazlıkla vazifeli olanların gerçek yüzlerini görmeleri için 15 Temmuz’la ilgili önüme düşen ne kadar video ve ses kaydı varsa arşivleyip bir kenara kaldırdım.
O gece ekranlardan şahit olduğumuz ve asla unutamayacağımız hıyanetlerden bir de İzmir’de sala okuyan cami görevlilerine yapılan çirkin saldırıydı. Hatırlarsak o meşum gecede, İzmir’in Torbalı ilçesinde bir hadise cereyan etmişti. Darbeye karşı halkı meydanlara çağırmak maksadıyla sala okuyan cami görevlileri postal yalayıcısı bir gurubun saldırısına uğramıştı. O iğrenç anlar ise hem güvenlik hem de birkaç vatandaşın kamera kayıtlarına yansımıştı.
Kadınlı erkekli bir grup, adeta ecnebi bir öfkenin hıncıyla, sala okuyan cami görevlilerinin üzerine taşlı sopalı yürüyerek imam ve müezzini tartaklamaya başlıyorlardı. Adeta işgalci bir Yunan havasıyla mekân basarak müezzin ve imama tekme tokat saldırıyorlardı. Hıncını alamayanlar yetmezmiş gibi bir de mabedin camını çerçevesi indiriyordu.
Darbe başarısız olunca “demokrasi vazifesini” hakkıyla eda eden bu vahşi saldırganları tutukladılar. Daha sonra sosyal medyaya düşen bir haber, içinde CHP Urla Belediye meclis üyesi Lütfi Özbey’in oğlu Hasan Özbey’in de olduğu birkaç kişinin bu davadan serbest bırakıldığını yazıyordu.
Oysa daha birkaç hafta önce “şortlu kız” olarak namlanan bir hanımefendiye tekme attı diye meczubun biri dokuz yıl hapis istemiyle yargı önüne çıkarılmıştı. Atılan tekme karşısına ise ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama’ ve ‘inanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme’ suçlaması konulmuştu.
Şortlu kız meselesi, güzide medyamızın aşırı hassaslığı sayesinde gargaraya falan getirilmeden haftalarca gündem oldu. Hatta bu mesele üzerinden algı operasyonlarına başvurularak el altından bütün bir Müslüman camia şiddet yanlısı olarak karalanmaya başlandı. Müslümanlara diş bilemekle yüreklerini şişiren ne kadar kindar varsa ağız birliği edilmişçesine hepsi aynı sakızı ağızlarında ballandırmaya başladı. Mahkeme zanlıyı tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakınca, karara tepkiler çığ gibi büyüdü. Kemalist gazeteciliğin desteği ve trol hesapların gayreti neticesinde sosyal medya operasyonu başarıya ulaşmış ve salıverilen zanlı dokuz yıl hapis istemiyle yeniden tutuklanmıştı.
Talihin cilvesine bakın ki birkaç hafta sonra şortlu kızın benzeri bir olayla tarih yeniden tekerrür ediyordu. Bu sefer de şortlu oğlanların attığı tekmenin yargıdaki karşılığı tartışılmaya başlanacaktı ki tekmeyi atanlar bir anda salıverildi.
İşe bakın ki tekme atanlar sadece tekme atmakla kalmamıştı. Mekân basmış, tehdit etmiş, vazife başındaki memuru darp ederek dini bir mekânın zarara uğramasına doğrudan sebep olmuşlardı. Hepsinden önemlisi tüm bunları kanlı bir darbenin gerçekleşmesinin önündeki engelleri kaldırmak için yapmışlardı. Bu sefer tekmeyi atanlar ise şortlu oğlanlardan müteşekkildi. Bütün bu yaptıklarına rağmen şortlu oğlanlar mahkeme kararıyla serbest bırakıldı.
Sonuçta hepimiz insanız, tuhaflıklar karşısında merak edip soru sormak gibi ipe sapa gelmez alışkanlıklarla mücehhez olduğumuzdan sormadan yerimizde duramıyoruz?
Şortlu kız meselesi üzerinden Müslümanları töhmet altında bırakan ultra duyarlı çevre, yine o muazzez duyarlıkla CHP’li meclis üyesinin oğlu üzerinden de bütün Kemalistleri töhmet altında bırakır mı diye merak ediyoruz?
Şortlu kıza olan desteklerini vurgulamak maksadıyla şortlarını giyip protesto çığlıkları atan “adalet savaşçıları” şortlu oğlanların tekmelerine maruz kalan müezzinin cübbe ve sarığını alıp meydanlara çıkacak mı diye kendi kendimize teselli arıyoruz?
Şortlu kız meselesinde kamuoyu üzerinde baskı yaparak mahkeme kararını değiştirenlerin o şaşalı direnci, acaba şortlu oğlanların tekmeleri karşısında da aynı hassasiyetle dikilecek mi diye tedirgin bekleyişlere gark oluyoruz?
Demokrasi, özgürlük, insan hakları konusunda şoför mahallinde oturarak kendilerinden başkasına yer vermeyen bu ışıltılı havarilerin şortlu oğlanların tekmelerine karşı kapıp gelecekleri bir tuzlukları var mıdır diye proleter heyecanlara kapılıyoruz?
Sanmıyoruz…
Şortlu kız meselesi üzerinden duyar kasanların bu olaya da duyar kasacaklarını sanacak kadar akıl sağlığımızı kaybetmedik henüz. Böyle bir beklentinin abesle iştigal olduğunu da pekâlâ biliyoruz. Ama en azından merak etmek kadar çekirdek çitleyip eğlenmek gibi birtakım haklarımızın da olduğunu düşünüyoruz! Ona da azıcık müsaade edilsin lütfen…