Bilen bilir. Gönlüne sağlık ifadesi en çok Neşet Ertaş’ın dilinde esaslı bir güzelliğe bürünüyordu. Onun söyleyişinde ya da kastındaki sahihlikti belki de ifadeyi bu denli güzel kılan. Sonra bu ifade dilden dile dolaştı, Umberto Eco’nun Gülün Adı romanı gibi anlamsız bir rağbete duçar oldu. Kimi yerine göre yüreğine, kimi de gönlüne sağlık diyerek takdir ettiği her bir işi bu ifadenin zarafetiyle taçlandırmaya kalkıştı. İfade o kadar yaygınlaştı ki olur olmaz her mecrada kendisine başvurulan geçer akçe bir ruhsata dönüştü. Öyle ki, gönül kavramının zerre hikmetine eremeyen ekran budalaları bile gece gündüz geviş getireceği bir sakıza kavuşmuştu. Nasıl olsa ifadenin bir geçerliği vardı, çiğneyene ne zarar! Bir kavramın başına gelebilecek belanın en beteri onun da başına geldi. Anlamı kaydırılıp sakızlaştırıldı, oyula oyula posası çıkarıldı, içeriği boşaltılarak profanlaştırıldı. Gönül bilmez keyif tüccarlarının, çenebaz soytarıların dilinde pespaye bir anlam kaymasına uğratılarak dağarcığımızın sevimsiz kelimeler tımarhanesine hapsedildi sonunda.  Gönül buruşup soldu, sağlık ise bildiğiniz gibi.

Kir nedir ki? Görüntüsüyle mide bulandıran, kokusuyla insanı rahatsız eden bir şeyden başkası değildir elbet kir. Yerinde durmayan pis bulaşıcılığı da mevcut niteliğinin cabasıdır ayrıca. Toplayıp kaldırılmaz ya da yıkayıp yunulmaz ise nihayetinde sağlığı tehdit eden bir tehlikeye dönüştürür kendini. Çoğalıp şöhret bulma anlamında pek maharetli olduğunu da es geçmemek lazım. Dilden dile, elden ele büyütülür de fark edilmez o yıkılasıca şöhreti.

Kir sadece pantolonumuzun paçasına bulaşan, duvarımızda iz bırakan değildir. Somutu varsa soyutu da vardır ve en dikkat edilmesi gereken de manevi olanıdır. Dilde olduğu gibi gönülde de gösterir rengini, zihinde de. En kötüsü de zaten bunlardır; dile, gönle ve zihne yapışanıdır. Zira pantolonumuzun paçasına yapışanı yıkar atarız da dile gireni çıkarıp atmak öyle kolay olmaz. Bazen bir yüz yıllık zaman alır bir nokta kirin bertaraf edilmesi.

Bunca sebepsiz peşrev, son yıllarda sıklıkla dile getirilen bazı kavramların nasıl pespayeleştirildiğini vurgulamak için çekilmiştir. Gırtlakta biriken âvâz olur da bir kulağın ciddiyetine denk gelir niyetiyle girizgâh uzatılmıştır. Affola.

Meselenin aslına dönersek sayın sevgili okur; olur olmaz tiplerin eliyle bazı kavramların artık fena halde bünyemizi rahatsız ettiği ortadadır. Özellikle medeniyet, irfan, hakikat, sevgi, barış gibi ifadeler handiyse esprisine gülünmeyen bir komedyen repliğine dönüştürüldü. İkide bir bu kavramlarla önümüzü kesen bağlamsız bağnazlar ise asla astara sığmayan beylik laflarla aklımızı şenlendiriyor. İşin sibâk-u siyakını hesaba katmayan dilsiz madrabazlar sıfır mesabesindeki entelektüel hazlarını, içi boşaltılmış bu mübarek kavramlarla pudralamaya kalkışıyor. Hakikat, medeniyet diye diye dillerinde çam ormanı bitirenlerin bırakın bu kavramların mahiyetini, elli yıl öncesinde yazılmış herhangi bir metnin kastını bile tam olarak idrak edecekleri şüphelidir.

Medeniyet lafzının nerede nasıl çıktığını ve neye tekabül ettiğini bilmeyenlerin bilgiç üsluplarıyla fena halde yorulduk kısacası. Kendisiyle ne kastedildiği bir türlü kestirilemeyen hakikat kavramıyla zihnimiz sürekli yumruklanıyor. Hakkı batıldan ayıramayan basiretsizlerin kaleminden irfan diye bir şey çiziktiriliyor. Evet çiziktiriliyor zira; tefrik etme hazinesi yağmalanmış olanların dilinden sadır olan irfan olsa olsa bir şekillik çiziktir.

Dillerine sevgiyi pelesenk edenlere nefretin muhafaza taburunda yaldızlı rütbeler verildiği kimsenin gözünden kaçmış değil. Barış telkincisi diye peydahlanan mürailerin dillerinden sıçrayan kan coğrafyanın her yerini ölümle suvarıyor. Savaş baronlarının kulübesinde vazifeli olanlar “barış elçisi” adıyla ödüllendiriliyor. Şairin de ifade ettiği gibi “Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, Birinciliği beyaza verdiler” çağında kavramların bu kirden beri kaldığını söyleyemeyiz. Bütün kavramlar içleri oyularak boşaltılıyor. Kavramlar kirleniyor ve mikrofonlara yapışık olarak doğanlar ise her fırsatta bu birinciliği medeniyete, irfana, hakikate, sevgiye ve barışa veriyorlar. Ne mutlu onlar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir