Halkın Düşmanları

Halk, iktidar mekanizmasının çalışma düzeneğine bağlı olarak üretilmiş bir topluluk biçimidir. İktidarı besleyen halksa halkı da biçimlendiren iktidarın kendisidir. Bu anlamda iktidarla halk arasında birbirinden bağımsız uçurumlar olduğu söylenemez.  Halkın bir alt kültür olarak tedavülde olması iktidarın tedavüldeki üst kimliğini daha da bir kavileştirir. Kültürel açıdan bakıldığında halkın bağlı olduğu toplam değerler formasyonu, yapı itibari ile belirgin değişimlere uğramış olsa bile, içerik yakınlığı olarak iktidarın da sahiplendiği bir formasyon biçimidir. İktidarın davranış bazındaki hareket manevrası, alt katmanda biçimlendirilerek üretilmiş olan halk unsurunun bilinçaltına oldukça yakın bir düzlemi paylaşır. Böylelikle iktidar ile halk arasındaki ayrışım kültürel altyapının getirdiği bir ayrışım değil daha çok biçimsel anlamda ele alınabilecek bir ayrışımı gerektirir. Halk ile iktidar arasındaki içerik aynılığı iktidarla halkı benzeşir kılamayacağı gibi halkı da iktidarla aynı kefeye koyacak bir yapıyı teşkil etmez. Burada ele alınan halk, belirli bir toprak bütünlüğünde yaşayan bütün etnik kimliklerin ortak payda üzerinde cereyan eden kültürel atmosferi olarak ele alınabilir. O anlamada iktidar dediğimiz şey de salt siyasal bir anlama işaret etmeyip hayatın her alanını kapsayacak bir genişlikte ele alınmalıdır. İktidarın devletle özdeşliği bu manada kısır bir tanım içerisine sokar bizi. Oysa kültürel, sosyal ve ekonomik alanların da kendine ait büyük – küçük iktidar merkezleri vardır ve bu bağlamda iktidar her yerdedir. İktidarın tek başına var-olmak gibi bir imkânı olamayacağı gibi kendi karşıtını daha doğrusu kendi tahakküm alanını yaratamamış iktidarın da iktidarlığı ciddi anlamda şüphelidir. Aynı paralelde halkın da yaşanılan süreçte bir iktidar alanı yaratamamış olması sosyolojik açıdan imkân dışıdır. Böylelikle halkın iktidar gerekliliği iktidarın halka olan gerekliliğiyle aynıdır. Tüm bunlar dolayısıyla iktidar karşıtlığının, tersten bakılınca, halk karşıtlığına dönüşebileceği de söylenebilir.

Son yıllarda, yazılı ve sözlü kültür alanlarının hemen hepsinde halk unsurunun gözde bir yer edindiğine şahit oluyoruz. Bütün herkesin bulaştığı bu halkçılığın kaba saba gürültülerle etrafa duyurulmaya başlanması hakiki anlamda halkın namına iş çevirenleri bile endişeye düşürmüşe benziyor. Ülkenin bütün sinemacıları, sanatçıları, köşe yazarları, şair ve edebiyatçıları halkın sorunlarını çözüme kavuşturmak gibi bir yüceliğe erişmek niyetiyle maharetli kollarını sıvamış durumdalar. Eskinin sosyalist dünya görüşüne bağlı olanlarında görülebilecek türden olan bu halk yanlısı tavırlar şimdinin bütün ipe sapa gelmez züppelerinin elinde popüler bir davranış kalıbına dönüşmeye başladı bile. Kendi sınıfsal pozisyonları bakımından halkın üzerinde olanlarda dahi görülmeye başlayan bu halk tutkusu gittikçe karikatürize bir yapıya dönüşüyor. Sağcısından solcusuna, milliyetçisinden muhafazakârına kadar hemen her kesimin, dilindeki cümleyi götürüp halkın kuşağına bağlamaya çalışması bu karikatüristik karakter dolayısıyla samimiyetten uzak görünüyor. Bugün elindeki pahalı makineleri ve yabancılaşmış sanatçı kimlikleriyle sokak sokak dolaşarak fukara halkın çaresizliğini fotoğraflayan uyduruk halk gönüllüsü adamların ortalıkta gezindiğini görüyoruz. Yaraya melhem olmak bu olsa gerek. Halkla iç içe olmak gibi birtakım klişe laflarla etrafın hayranlığını üzerine çekmeye çalışan siyasetçilerin bu tuhaf söylemlerinde bile halka yukardan bakan bir edanın olduğunu çok açık bir şekilde fark ediyoruz. Halk kavramının yoğun olarak kullanımında, pörsüyen bir anlam kayması olduğu aşikârdır artık. Halk kavramına olan bu ilginin doğrudan halka dönük bir ilgi olduğu söylenemez. O açıdan “halka yönelelim” tavrında olanların güttüğü ucuz ticaret, halkı yönlendirmek isteyenlerin tezgâhında acemi bir çırak görüntüsünden öteye gidemiyor. İçi boşalmış, pörsük bir lafazanlık hali bu.  Bu durum itibari ile halk vurgusunun yaygınlaştırılarak popüler bir hevese büründürülmesinin altında iktidar karşısında muhalif olmanın ayartıcı cazibesinin yattığı söylenebilir. Muhalif olmanın adı halkın yanında olmakla eşdeğer görülmeye devam ettiği sürece her türlü iktidar karşıtlığının adı da halkçılık olarak devam edeceğe benziyor.  Oysaki halkı yanına almak isteyenlerin niyetlerinde halkı gözetmek ve halkın değerlerine sahip çıkmak gibi bir tutumun olduğu söylenilemez. Aksine bu niyetin altında daha çok halkın sahiplendiği değerlerin dönüştürülmesine yönelik bir istismarın yattığı gözden ırak değildir. Bu topraklarda halkı arkasına alan bir hareketin ilelebet başarılı olacağına olan inanç Tanzimat’tan beri entelektüel kesimin düşüp kalktığı bir fanteziye dönüşmüştür artık.

Günümüz Şiirinin Halkçığı!

Halkçılığın temel esasları diye bir şey varsa da bu yazı bu esasların neler olduğunu konu dışı tutacaktır. Hem konu dışında tutulacak hem de yoğun kullanımı dolayısıyla halkçılık artık gülümsetmeyen bir komedyen mimiği mesabesine düşürüldüğünden bu konunun açılımına kalkışılmayacaktır.  Mesele ciddi olunca haddi aşmamakta o kadar gerekli oluyor. O yüzden bu halk tutkusuna ironik olduğu kadar da acıklı bir değiniyle başlamak yerinde bir tercih olacaktır.

Müslüm Gürses Müslüm Gürseslliğinden azade olmadığı zamanlara kadar halkın beğenisiyle taltif edilmiş bir sanatçı kimliğine sahipti. Müslüm Gürses dinleyicileri ise gerek entelektüel donanımları gerek sosyal – kültürel pozisyonları gerekse de ekonomik refah seviyeleri açısından bu ülkenin en geri kalmış kesimine ait bir görüntüyü ortaya çıkarıyordu. Öyle ki Müslüm’e baba diye hitap edenler, baba olarak benimsedikleri her türlü iktidardan kazık yiyerek büyüyenlerin oluşturduğu melankolik bir çoğunluğu oluşturuyordu. Dolayısıyla halkın acılarına, kederlerine, yersiz yurtsuzluklarına, ümit ve ümitsizliklerine şarkılarıyla tercüman olan Müslüm halk katında bir iktidar olarak sahipleniliyor ve o kendi çapında bir iktidar karşıtlığı olarak değerlendiriliyordu. Bu durum Müslüm Gürses’in Aşk Tesadüfleri Sever albümüne kadar az çok böyleydi. Ne zamanki Müslüm Gürses Aşk Tesadüfleri Sever albümünü piyasaya çıkarıp hayranlarını büyük şaşkınlığa düşürdüyse o zaman Müslüm’ün halk katındaki iktidarı da iflas etmiş oldu. Çünkü bu albümden sonra Müslüm Gürses halkın değil daha çok iktidarın yanına yakışır bir sesin tonlamasına ulaşmıştı. Peki, bu albümde ne vardı da Müslüm hayranları terse yatmış, şaşırmış ve onca yıllık “Müslümcülüklerinden” vazgeçmişlerdi. Halkın gözünde bu albüm, o güne kadar gelmiş olan “Müslüm Baba” çizgisinin çok ötesinde bir yerde duruyordu. Zira bu albümde; Müslüm Gürses, Björk, David Bowie, Garbage, Bob Dylan, Leonard Cohen ve yeni rakı yan yana getirilerek Baba’nın karizması yavaş yavaş Minik Serçe’ye dönüştürülmüştü. Bununla beraber bu albüm Murathan Mungan süpervizörlüğünde piyasaya çıkmıştı. Sadece Murathan Mungan’ın süpervizörlüğüyle kalmamış beraberinde bildik birçok şairin de bu albüme desteği olmuştu. Örneğin David Bowie’nin şarkısı “I Am Deranged” Birhan Keskin’in sözleriyle “Kış Oldum”, Leonard Cohen’in in şarkısı “ Alexandra Leaving” Barış Pirhasan’ın sözleriyle “İstanbula Elveda”, Bob Dylan’ın şarkısı “Mr. Tambourine Man” Ahmet Güntan’ın sözleriyle “Hayat Berbat”, Rainbow’un şarkısı “The Temple Of The King” Tuna Kiremitçi’nin sözleriyle “Affet”, Björk’ün “Bachelorette” şarkısı Murathan Mungan’ın sözleriyle “Aşk Tesadüfleri Sever”e dönüştürülmüş ve Müslüm Gürses sesiyle yeniden yorumlanmıştı.  Durum sadece bununla da sınırlı bırakılmamıştı. O tarihe kadar entel gazetelerin kültür sayfalarında hiçbir şekilde kendisine yer verilmeyen Müslüm Gürses bir anda bu gazetelerin kültür sayfaları için vazgeçilmez bir demirbaşa dönüşmüştü.  Müslüm Gürses, kendi kariyeri adına böyle bir albüme imza atmakla iyi ya da kötü mü yaptı orasını tam anlamıyla kestiremeyiz. Fakat şurası açıktır ki; Müslüm Gürses bu albümle entelektüel camianın büyük ilgisine mazhar olurken aynı oranda asıl dinleyicisi olan halk kitlesinin hayranlığını kaybetmişti. Diğer önemli bir sonuç ise bu albümün bir şeyi bariz bir şekilde görünür kılmasıdır, o da; günümüz Türk şairinin halk nezdinde pek de mutebere bir yere sahip olmadığının açığa çıkmasıdır. Bu cümleden itibaren Müslüm Gürses ve Cengiz KurtoğluMp3’lerin neden seksenlerde ya da doksanlarda değil de iki binlerde çıktığını tekrardan sormakta fayda olacağını düşünüyoruz. Zira Aşk Tesadüfleri Sever albümünün 2006’ın ortalarında çıkmasıyla Mp3 şiirlerinin 2007’de ortalıkta görünmeye başlaması bir tesadüf olarak geçiştirilemez. Sadece bu ilginç tesadüfe bakarak, sadece entellerin birbirlerini etkileyebileceğini halk denilen sözde kalabalığın ise entel camiada pek bir öneme sahip olmadığını bir sonuç olarak çıkarmak mümkündür. Nedense bu albüm öncesinde Müslüm Gürses’i ayaktakımının ve ucuz meyhanelerin üçüncü sınıf bir şarkıcısı olarak gören kültürel iktidar, bu albüm sonrasında Müslüm’ü baş tacı etme yolunu seçmiş ve ismini birçok platformda zikretmeye başlamıştır. Buradan yola çıkılarak Müslüm Gürses’i dönüşüme tabi tutan kültürel iktidarın halka olan meylinde ciddi bir samimiyet sorgulaması yapmak gereklidir. Burada sorulması gereken soru şu olmalıdır; kültürel iktidarın, Müslüm Gürses nezdinde gerçekleştirdiği bu halka yönelme girişimini halkın değerleriyle bütünleşmek anlamında mı ele almalıyız? Ya da bu halkçılık söylemi Müslüm Gürses’i yozlaştırdığı gibi halkın değerlerini de yozlaştırmayı mı hedef olarak seçmiştir? Maalesef ki bu ve benzeri sorular halen daha kimsenin yüzleşmek cesareti göstererek cevaplayamadığı birçok gerçeği içeriyor. Diğer yandan karşılaşılan bu durum, son zamanların kültürel ortamına yön vermek isteyenlerin atıldığı fantezinin bir sonucu olduğu hissini uyandırıyor insanda. Kısaca eldeki göstergelere bakıldığında, halka olan bu genel eğilimin dönemsel bir refleks ve geçici havadan ibaret olduğunu görüyoruz. Diğer yandan bu durum şunu bize açıkça gösteriyor ki son dönem Türk şairinin ne tutturduğu halk teranesi ne de yazdığı halk yanlısı şiirleri halk nezdinde herhangi bir heyecana karşılık gelmiyor. Çünkü şiir ortamı denilen belirsizlik tuhaf bir şekilde sadece şairin şaire üstü kapalı göndermelerinden öte bir açılıma sahip değil bugün. Şairin bir başka şairle sürdürdüğü bu örtük iletişimin adına neresinden baksak halkçılık denmesi de mümkün görünmüyor. Bu içerikteki söylem, iktidarlar arasında süregelen çatışmanın doğurduğu bir üründür. Bu çatışmanın arasına halkı sokuşturmanın asıl amacı, halktan yana olmanın verdiği görüntüye yaslanarak haklı çıkmak gayretinden başka bir şey olduğu da söylenemez. Bu söylem içinde oluşturulan halk vurgusu, olsa olsa sadece yapılan kavganın arkasına yerleştirilmiş ağdalı bir fon olur. O da halkı değil ancak kavgayı yürütenleri selamete çıkarır. Tıpkı kültürel iktidarın Müslüm Gürses’i ( son zamanlarda banka reklamlarında sesine sıkça rastladığımızdan ) halkın elinden alıp sermayenin eline teslim etmesi gibi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir