Yirmi beş yaşlarında, üniversiteyi henüz bitirmiş, Güneydoğunun kırsalından Kürt bir gençle çay içiyoruz. Dünyanın ahvalini sosyolojinin sosuyla tatlandırarak entelektüel modda bir sohbete dalmışız. Çay, sigara gırla! Öte dünyayı dünya ahvalinin haricinde görmekten imtina eden her Anadolu evladı gibi hızımızı alamayıp konuyu bir şekilde dine diyanete getiriyoruz. Mesele din olunca “benim de nenem başörtülüydü” diyerek işi mızmızlığa vuracak birine benzemediğini görüyorum karşımdaki gencin. İmanını hayatının mihengi yapmış ehl-i sünnet bir aileden geldiğini usulü erkânından bir şekilde belli ediyor. Fıkhın literatürüne fena halde vakıf, İslami kavramları yerli yerinde kullanıyor. İmam Hatip mezunu olduğunu gizlemeyecek kadar da dobra.
İbadete meyyal biri olmadığını aşikâr etse de Allah’la arasında kayda değer bir sorun çıkmamış henüz! Peygamber meselesinde ise kafasını gövdesinden tamamen ayırmışlar! Yürüyen bir cenazeye dönmüş desek yeridir. Kâinatın yaratıcısına sonuna kadar inanıyor, peygamberliği ise meslekî bir başarı olarak gördüğünü ifade ediyor. Onun için ibadet şekle şemaile, birtakım ritüellere sığmayacak kadar geniş bir anlam denizi. Biçimsel kalıplarla ibadet etmekten Allah’a sığınarak insanın her halinin ibadetten sayılması gerektiğini öneriyor. Cehennemin varlığı ona göre şüpheli. Cennetin ise sahte banknotlar gibi kolaylıkla herkese dağıtılmasını tanrıdan rica ediyor. Kutsal olduğu söylenen hiçbir kitaba inanmıyor, kutsal kitapları da kariyerinde zirve yapmak isteyen, peygamberlik mesleğine gönül vermiş başarılı “tiplerin” tezleri olarak değerlendiriyor. Politik tavrı realizmin süzgecinden geçirilmiş sevgiden yana. Sevgide tüm insanlığı suvaracak kadar bonkör olan kalbi bir tek Müslümanlardan hazzetmiyor. Bir put kırıcı olduğuna inanıyor fakat ne hikmetse sıra akılcılığa ve bilime gelince baltasını hokus pokus maharetiyle kamufle etmeyi tercih ediyor.
Güneydoğu meselesinde ise Kürtlerin İslam’la, kardeşlik söylemleriyle kandırıldığını, hak ve hukuklarına din adına tecavüz edildiğini deklare ediyor. Konu buralara uzamışken karşımdakini daha iyi anlamak adına, son yüzyılın türedi New Age gönüllüsü bu zarif gence neleri ve kimleri okuduğunu soruyorum. Favori yazarlarından birkaçını bir çırpıda sayınca meselenin boyutları billurlaşıyor. Sohbetimizin başından beri yürüttüğüm tahminler beni terse yatırmıyor. Zira saydığı yazarlar 18. yüzyıldan günümüze kadar gelen ve hemen hepimizin bir şekilde duyup tanıdığı, pozitivizmin fosforuyla zihinlerini yeşertmiş isimler. Bunların ortak özellikleri ise herkesin malumudur; hadislerin genel olarak zayıf ve yalan olduğunu, peygamberlerin çok da kutsallaştırılmaması gerektiğini, dinin hurafelerden arındırılmasını, Kur’an’a doğrudan ulaşılmasının elzemliğini, bilim ve akılcılığın önemini dillerine sabah akşam vird-i zeban etmeleridir.
Bu söylemlerle ilk defa karşılaşmayan biri olarak çok da şaşırdığımı söyleyemem. Şaşırdığım tek husus varsa o da; mütedeyyin ailelerden gelen bu gençlerin karşılaştıkları her meseleyi BBC ağzıyla izah etmeleridir. Acı olan, otuz yıldır sistematik bir halde dört koldan yapılan saldırıların artık kalbimize kadar tesir etmesinin somut bir gösterge olarak önümüze düşmesidir. Gelinen durumun elbette ki belli başlı sebepleri olduğunu inkâr edemeyiz. Otuz yılı aşkın bir zamandır ülkenin güneyinde elini kana daldırmakla hazlanan Marksist Leninist bir örgütün propagandası kök salıyor. Devletin geçmişteki yanlışları da eklenince ortaya Frankenstein türünden bir hortlaklar kumpanyası çıkarılıyor. Amerikan üniversitelerinde Müslüman Kürtler üzerin yapılan akademik algı operasyonları ise gencecik zihinlere özgürlük kılıfı altında ırkçılık zehri enjekte ediyor. Din adına ortaya çıkan müfsit mendeburların her fırsatta kopardıkları “gerçek İslam’a dönelim” yaygarası ise sürdürülen çalışmanın hedefe varmasında önemli roller üstleniyor. Hedefte ise bu topraklardaki birliğin parçalanması için özellikle Kürt gençlerin dinsizleştirilmesi var. Elbette ki bu, sadece Kürt gençlerini değil, bu mübarek topraklarda nefes alan her canlıyı hedeflemiş ciddi bir nefretin namlusudur. Bu dört kollu projenin ustaları, asli unsurlarından uzaklaşan bir toplumun kullanışlı aptallara dönüşeceğini bizden daha iyi biliyorlar. Bu yüzdendir ki her türlü olanağı kafası gövdesinden ayrık gençlerin yetişmesi için seferber ediyorlar.
Dolayısıyla yukarıda bahse konu gencin kafasının gövdesinden ayrık olması gayet normaldir. Otuz yıldır Amerikan üniversitelerinde yazılan dolmalarla midesi doldurulan bünyelerden paha biçilmez cevherlerin taşacağını beklemiyorduk herhalde? Bin yıldır İslam ile şereflenmiş bir toplumun bütün değerlerini “gerçek İslam bu değil” zırvasıyla çiğneyen zerzevatın tezgâhından şaheser çıkacağını düşünmek ancak ahmakların işidir! Otuz yıldır siyasi, kültürel ve ekonomik anlamda sürdürülen sistematik saldırıların sonuçları olanca gerçekliğiyle ortadadır; peygambersiz Müslüman, dinsiz mütedeyyin, ahlaksız ahlakçı!
Farisiler hazineye genc derlermiş. İçeriden ve dışarıdan vazifeli olanların o melun eli tam anlamıyla hazinemizi talan ediyor da biz farkında değiliz. Ümitsizlik, nihayetinde kâfir işidir. Biliyoruz ki bu toprakların, Moğol gibi fütursuz kâfirleri bile İslam önünde diz çöktürüp iman ettiren bozulmaz bir mayası var. Haçlılara dünyayı dar etmişlerin yurdu bu uzun soluklu badireyi de atlatacaktır inşallah. Elimizden hiçbir şey gelmese bile “bu da geçer yahu” der, salavatla emniyete alırız kendimizi. Bunlar küçük yaradır, okur üfler geçeriz. Asıl çetin olan ise yeşil sarıklı ulu hoca tribiyle gencecik zihinlere hıyanet aşısı yapanların pervasızlığıdır. Yeni bir nesil inşa etme romantizmiyle seferber olan “yeşil sarıklı ulu hocalar”ın bilerek ya da bilmeyerek bu melun elin maşalığını yapmakla meşgul olmalarıdır. Ve bu işin sonuna varıldığında bilinsin ki; bu vurulmaktan kalbura çevrilen zihinlerin lekesi, önünde sonunda, bu müfsid projelere kalemi ve kelamıyla, ameli ve niyetiyle bilâbedel çalışanların boynuna asılacaktır.