Rengiyle Aldatıp İçeriğiyle Şaşırtan Dergi: Cins Dergi

Önce sosyal medyada yapılan hafif şakacı, cool tavırlı, kıvrak dilli bi-dünya reklamla “kıymetli” bir derginin daha Müslümanlar eliyle piyasaya sürüleceği haberi yayıldı. Twitter dünyasının bol takipçili eli kalem tutan yazar ve şairlerinin yanı sıra troll diye adlandırılan kesimlerce de bolca reklam edildi bu mevzu.  Reklam dilinin cezbedici bütün imkânları kullanılarak popüler olanla kıymetli olanın yan yana getirilmesinde hiçbir beis görmeyen bir dergiden bahsediliyordu. Anlaşılan o ki; cins cins adamların her yeri kolaçan eden eli, karşı tarafın ideolojik saldırganlığını yer ile yeksan edecek kozlarla güçlenmişti.

İmkân ve iktidarı ele geçiren,  elde ettiği imkânlarla imtihanlarını hal yoluna sokan birtakım adamlar bugüne kadar kültür denilen iktidarın sofrasında karın doyuran karşı’nın cinslerine kendi dilleri ve meşreplerince cins cins nanikler yapacaklarına dair çok renkli işaretler veriyorlardı. “Birinci sınıf düşüncenin”, “birinci sınıf müziğin”, “birinci sınıf duyarlığın” dergisi olmak için bir araya gelenlerin iddiaları öylesine heyecan vericiydi ki, bir okuyucu olarak ister istemez bu kültür sofrasında keyif çatanların toptan süpürülüp denize döküleceği kanaati oluşuyordu insanda.

Evet, Cins’ten bahsediyorum, Cins dergisinden. Camiamızın kültür açlığına parmağında tuttuğu bir parça balı yalatarak çare bulacağını uman o rengârenk dergiden bahsediyorum. Gündem belirleyelim derken gündem belirleyicilerin güdümünde popüler kültürün ekmeğine katık olan dergiden. Her bahiste “birinci sınıf” olma tutkusunu yineleyen ve yine her mevzuda Kemalist beyazların iktidarını ürküteceğini ileri süren Cins’ten bahsediyorum. Üçüncü sınıf sol jargonun getirisiyle elde edilen birinci sınıf Amerikan işinden?

Kıymete değer oluşunu, reklamların ticari diliyle çoğaltıp satışa çıkaran her işe karşı mesafeli yaklaşan biri olarak, “bol keseden sallayıp cinslik etmenin alemi yok, bakıp görüp öyle değerlendirmek lazım” diyerek satın aldım Cins’i.  Bütün yazılıp çizilenleri sabırla okuyup dergiyi kenara koydum. Neydi bu dergi? Dergiyi çıkaranların yükseltmek istedikleri o ulvi amaç neyi gözetiyordu? “İnsanları irkiltmek”, “yeniden düşünmeye”, “yeniden bakmaya” sevk etmek gibi son derece havalı iddiaları olan Cins, o şaşalı çıkışıyla hangi çevreleri irkiltebilmişti? Hangi ulvi amaç böyle bir derginin yayın hayatına girmesi için kolları sıvamıştı ya da varlığını bayağılığın sürekliliğine dayayan popcorn kültüründen nasıl oluyor da birinci sınıf bir kültür, birinci sınıf bir edebiyat devşirilebiliyordu? Ve bu ağza sakız edilen “birinci sınıf” olma rüyası ne zamandan beridir Müslümanların uykularını süsler olmuştu?

Her iktidarın bir yozlaşma biçimi olduğunu ileri süren Cins editörü Yusuf Genç Türkiye’deki yozlaşan mevcut iktidarın üçüncü sınıf işleri kültür diye millete yutturduğu iddiasıyla yakınıyordu. Bu yakınmaya karşılık Cins yayın koordinatörü Furkan Çalışkan’dan gönle sürur bir teselli geliyordu; Londra, Paris, Viyana hattında, magazin eklerinin sarışınlarıyla kütüphanesinde poz veren, televizyon dizilerine konuk edilen, eski mankenlerin sunduğu kültür ajandalarına meze olanların hadlerinin bildirileceğine dair ufak ufak göndermeler yapılıyordu. Hakikatte işler böyle mi yürüyordu? Karşının alıklaştıran üçüncü sınıf kültürel iktidarına karşılık bizim tarafta ufuk açıcı, hikmeti ve irfanı gözeten derinlikte işlerin yürütülmesi mi söz konusuydu? Yoksa put kırıcıların arkalarında bıraktığı toz duman arasında yeni putlar mı dikiliyordu? Ya da Londra, Paris, Viyana hattında sarışınlarla poz veren Kemalist ikoncanların boşalttığı yere bizim tarafın ite kaka öne sürülen ikoncanları mı ikame edilmeye çalışılıyordu? Popüler kültürün alıklaştıran avamiliğinin çoğaltılması sürdürülebilir bir görev olarak kimlere devredilmişti?  Vasatın boyunun yükselmesinde bizdeki cinsliğin işe yararlığı kaç kırat edebilirdi? Rakı masalarında meze olmasın diye aşırdığımız şeyi kahvehane köşelerinde dedikodu malzemesine mi dönüştürecektik? Had bildirelim derken hadsizleşecek ahvale mi kapı aralayacaktık? Bakıp görecektik.

Şimdi de durup Cins’in genel yayın yönetmeni İsmail Kılıçarslan’a kulak verelim bakalım o ne diyordu? “Cins İslamcı bir dergi midir?” sorusuna derginin geleceğini akamete uğratabilecek ihtimalleri de göz önüne alarak gayet politik bir cevap veriyordu Kılıçarslan. Cins, şucu bucu tanımları reddeden, buna rağmen İslamcılığın içinden konuşan bir dergiydi. Anlaşılan Cins, bir ideolojinin içinden konuşan fakat konuştuğu şeye de pek benzeme niyetinde olmayan ideolojiler üstü bir dergi olacaktı! Ve yine Kılıçarslan, yapılan işin getireceği olumsuzlukları, eleştiri ve itirazları az buçuk öngörmüş olacak ki; Cins’i, İslamcıların dergisi diye sağda solda isimlendirmeye çalışanların tahkirine maruz kalacağını da dile getirerek, herşeye rağmen İslamcılıklarından asla utanmayacaklarını dile getiriyordu! Ya garip bir şeyler anlatılıyordu ya da bizler anlatılanı anlayacak idrakten uzak kalmıştık.  Sanki “Müslüman yaşayışa eyvallah da Müslümanca düşünmeyi nereye kadar sürdürebiliriz be kardeşim” der gibi bir şeyler geveleniyordu. Ne bulunduğumuzu mevkiyi terk edeceğiz ne de terk etmediğimiz o mevkinin irfani derinliğini teklif etme derdinde olacağız. Doğrusu heyecan vericiydi. Kurulan denklem birinci sınıf bir güzelliğe gebeydi.

Dahası Cins, altı kaval üstü şeşhane olmayacağı gibi takım elbiseye de fena halde gıcık olacaktı. Derdi toplamak değil toparlamaktı. Neyi toparlayacaktı? Dağınıklığımızı… Neyle toparlayacaktı? Rengârenk malumatfuruşlukla… Ömrünü kültür, medeniyet, irfan, hikmet gibi kavramların hakikatiyle çürütmüş biri isim olan Yusuf Kaplan’dan doğrudan olmasa da kalben cevaz da alındığına göre yapılacak işin mahiyeti tartışma götürmeyecek kadar esaslı ve meşru bir zemine oturtulmuştu. Gerçi Yusuf Kaplan daha sonra attığı bir twitle kalben verdiği cevazı somutlaştırarak alttan alta “bu ışıldaklı yolda yürüyün ey gençler” mesajını verecekti. Dahası da gelecekti. Bir zamanlar köşelerinde yazan birçok kıymetli ismin yazılarını kupür kupür kesip sakladığımız Yeni Şafak’ın hanım yazarlarından Ayşe Böhürler’den cins cins adamlara taltifler yağdırılacaktı. Ak Parti’nin kırılma noktasını CV’sinde imam hatip mezunu yazanların göreve getirilmesiyle izah ederek Kemalist beyazların, Gezici çevrelerin yağlarını eriten Ayşe Böhürler (elbette kendileri o makama çok katmanlı, komplike soruların art arda sorulduğu, kıran kırana geçen mülakatları başarıyla geçerek gelmişti) mezkur yazısında Alem dergisinin magazinel içeriğini yerden yere çalarken popüler kültürün lokomotifiyle hareket kabiliyeti kazanan Cins’e methiyelere sunuyor ve mevzu çıkarmaya gelen Cins’in her hareketinde ayrı bir sevgi pıtırcığı olduğunu ifade ediyordu.

Atılan reklam twitlerinin, binbir yağdan geçirilerek parlatılan sitayişlerin karşısında Enver Gülşen’den işin avamiliğine dikkat çeken esaslı bir eleştiri yazısı geldi. Celal Fedai ve bu fakirin de içinde bulunduğu birkaç kişi ise sosyal medya üzerinden Enver Gülşen’in yazısına katılır mahiyette twitler attı. Fakat şakacı Cins ekibi yazılanlara hiçbir şekilde karşılık verme gereği duymadı. Telefon trafiğini hesaba katmaz isek yazılı olarak ortaya konulan eleştiriye karşılık yazılı tek bir cümle dahi edilmedi. Zahmet buyurup cümle kuranlar ise eleştirilere, sivilceli bir ergen psikolojiyle cevap vererek yaptıkları avamiliği savunmaya geçtiler. Eleştirileri ciddiye almaktansa eleştirenleri kıskançlık ve kötülükle suçlamayı seçtiler. Öyle ya Cins’teki vasat altı vasatlığı Müslümanca duyarlıkla eleştirenler, cins adamlar gibi popüler kültürün iktidarından nemalanmamış, köşe kapmamış, birtakım ilişkilerin getirisiyle ekranlara çıkmamış isimlerden müteşekkildi. Cins’in adamlarına göre bu eleştirilere yazılı cevap vermek eleştiri sahiplerini meşhur edip öne çıkarmaktan başkası olamazdı.  Evet, aynen bu şekilde düşündükleri için eleştirilerin üstüne yatıp duymazdan geldiler. Kişisel olarak, bu kulakları üstüne yatmayı alışkanlık haline getirenlerin öyle kolay kolay sosyal medya üzerinden kimseye cevap vereceğini falan beklemiyordum. Bu cins adamların kibirlerini daha evvelinde bizzat test etme fırsatı bulmuş biri olarak bu tıynetteki birinin meseleye nasıl yaklaşacağını az buçuk kestirebiliyordum. Zira vaktiyle bu ekibin yazarlarından biriyle yaptığım bir tartışmada, muhatabım tartışmayı doğru zeminde yürütmektense bir şekilde konuyu çok takipçiliğindeki şöhrete getirerek bana, “hayırdır benim üzerimden dikkat çekmek mi istiyorsun” kabilinde sözler sarf etmişti. Ona göre az takipçisi olan biri olarak ben, onun o meşhur şairlik popülaritesi üzerinden tanınmayı ve takipçi kazanmayı seçmiştim! Söylenilen sözün içeriğinden ziyade söyleyen kişinin popülaritesi ile ilgilenen bu kibrin neye tekabül ettiğini resmetmek için bu yeterli bir  örnektir sanırım.

Evet, hiç kimse eleştirilere adam akıllı cevap vermedi. Yarım ağızla cevap verenler ise kibirli bir eda ile Cins Dergisi üzerine eleştiri getiren herkesi kötülük ve kıskançlıkla suçladı. Peki, eyvallah diyelim de gönlünüz hoş kalsın ve yükünüzün biraz olsun hafiflemesi adına çocukça bir savunma aracı olarak her fırsatta dile getirdiğiniz o kötücüllüğü de, kıskançlığı da üstümüze alalım. Fakat şunu sormadan geçmemizi beklemeyin bizden; bu kötü adamlar sizi görmez, sizi duymaz, sizi bakmaz kılacak hangi türden kıymetli işinizi kıskanmış olabilirler?

Yaptığınız işin kıymete değerliğinden ziyade birtakım ilişkiler vesilesi ile edindiğiniz şöhreti mi kıskandı bu adamlar? Bir vesile ile edindiğiniz TV şöhretinizin çıkardığı vasat altı sunumlarınızdaki berbatlığı, çok renkli popülerliğinizdeki “derinlikli” duruşu ya da muhafazakâr camianın göğünde magazinel bir yıldız olarak parlatılmanızı mı kıskandı bu adamlar?  Sosyal medyada cilalanan egolarınızın yerine mi geçmeyi hedeflediler? Aliya’yı, Malcolm X’i, İsmet Özel’i, Nuri Pakdil’i Sezai Karakoç’u, Bosna’yı, Bursa’yı, İstanbul’u popcorn kültürünün hızlıca tüketilen bir nesnesi haline getiren çalışmalarınıza mı göz dikti bu kötücüller? Türkçe dublajlı üçüncü sınıf bir Amerikan filmi tadıyla zihinleri hadım bırakan dergilerinizin çok satmasındaki kazancı mı hazmedemediler acaba? Kullan at cinsinden diktiğiniz popüler ikonlarınızın yerine mi geçmeye kastettiler yoksa? İdris Küçükömer ismiyle girdiğiniz kapıdan Küçük İbo olarak çıkışınızdaki alengirli pozlarınızı mı çekemediler? İslamcılar arasından Tarkanvari bir popstar çıksın diye kurduğunuz hayallere ulaşamamanın ezikliğini mi yaşadılar? Şakacılığınızdaki cin fikirliğinizi, malumatfuruşta zorladığınız zirveleri ya da ne bileyim anektod entelliğinden öteye gidemeyen kalibrenizi mi kıskandılar? Her dönemin politik atmosferine göre sakal değiştiren, yerine göre liberal, yerine göre muhafazakâr, yerine göre İslamcı kesilen ne idüğü belirsizlerin uydurduğu 28 Şubat hikâyelerini yazamıyor olmalarına mı içerlediler? Neydi bu adamların sizi sağırlaştıran kıskançlıklarındaki kötücül şey? Vallahi meraktan çatlar vaziyette bu soruların cevabını bekliyoruz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir