Bir şair, şiire ilk başladığı yerde hangi şaire temas etmişse artık o şairle ömrü boyunca sürecek bir akrabalık ilişkisine de girmiş demektir. Şiir için başlangıç metni neyse, şair için de başlangıç ismi odur. Her şairin üzerinde, onu şiire yönlendiren bir şairin etkisi olduğu inkâr edilemez. Dolayısıyla şiir şiiri tetiklediği gibi şair de şairi tetikler ve bu tetikleme, salt metinlerarası etkileşimle de açıklanabilecek bir şey değildir. Bu anlamda benim şiirle irtibatımı sağlamlaştıran isimlerin başında Mehmet Âkif’in geldiğini söylemem gerekiyor. Mehmet Âkif şiirinden önce birçok şair ve şiirle bir şekilde karşılaşmış olsam da şiire olan asıl yönelişimin Âkif şiiriyle başladığını söyleyebilirim. Burada benim için dedemin rolü büyük önem taşıyor. Zira rahmetli dedem bize her gelişinde birkaç mısra dahi olsa illâki Âkif’ten şiirler okurdu. O şiirleri can kulağıyla dinlediğimi hatırlıyorum. O şiirlerde, dünyaya ve insanlara ve bu dünya içinde olup bitenlere karşı sorumlu olduğunu hissettiren bir adamın ümidini, ümitsizliğini, karamsarlığını, hüznünü, öfke ve inancını görebiliyordum. Çocuk yaşta olmama rağmen o şiirlerde insanı bir şeylere samimiyetle inandıran, içten içe silkeleyen bir şeyler olduğunu hissediyordum. O okunan mısralar, uzayıp giden şiirler sonucunda ben şiir denen şeyin kuvvetine, insanı sarıp sarmalayan inandırıcılığına, bir çırpıda dikkatleri üzerine çeken ışıltısına kani oldum. O yaşımda hissettiğim, şiirin taşıdığı cevherin gücüne karşı oluşan bu müspet kanaat, Âkif’in şiirinde çağıldayan sesin gürlüğü, sahiciliği ve sertliğinden ileri geliyordu. Yaş ilerleyip, birtakım okumalarla kendi zihinsel serüvenime doğru yol almaya başladığımda, Âkif’in şiirlerindeki sertliğin birtakım politik argümanlar eşliğinde belirginleşen talepleri içerdiğini gördüm. Kendi zamanının ruhu dolayısıyla, yitip giden değerlerin yeniden kazanılması ve kötü fakat güçlü olanın karşısında; iyi, ama zayıf olanın gerçekliğini dile getirmesi açısından Mehmet Âkif, benim şiir algımın oluşmasında büyük katkıları olmuş bir isim olarak öne çıkmıştı. Âkif’ten sonra şiirleriyle tanıştığım, sesine kulak kesilerek ruh akrabalığı kurmaya çalıştığım ikinci şair ise İsmet Özel oldu. Zaman içinde hep şu soruyu sordum kendime; diğer şairleri de tanıyıp okumuş olmama rağmen, neden, özellikle bu iki isim benim şiir dünyamda öncelikli bir yer edinmişti? Bu iki büyük şairin yazdıklarına ardına kadar açık olmamın elbette izah edilebilir bir anlamı olmalıydı? Sonraları fark etmiş olacaktım ki bu iki isimin üzerimde bıraktığı etkinin sebebi, her iki şairin de, ses ve söyleyiş benzerliği bakımından birbirleri arasında kurdukları akrabalık bağıydı. Fark ettim ki İsmet Özel, söyleyişindeki sertlik ve sahicilik bakımından Âkif’in akrabası ve bu yüzyıldaki devamıydı. Her ikisinin şiirinde de aynı ıstırabın şekillendirdiği bir üslûp benzerliği vardı ve bu şairlerden birinden etkilenenin diğerinden etkilenmemesi mümkün değildi! Bu bakımdan gerek Mehmet Âkif, gerekse İsmet Özel benim öncelikli şairlerimin başında gelmişti. Bu öncelik dolayısıyla bu iki şair de benim için son derece kıymetlidir ve insan kıymet verdiği, büyük değerler biçtiği isimler karşısında, kurduğu her cümlede dikkat ve hassasiyet gerektiren bir ölçüyü elinden kaçırmaması gerektir diye düşünüyorum.
Şiiri, üzerine titrenecek bir mesele olarak ele alan bir isim hakkında kurulacak her cümlenin, haddeden geçirilmişçesine titizlenilerek sarf edilmesi gerektiğine inanıyorum. Bu titizlik dolayısıyla; en taşkın yıllarını şiirle doldurmuş, en verimli dönemlerini şiire emek vererek geçirmiş, tam anlamıyla “hayatını şiire damıtmış” bir isim olarak İsmet Özel benim için anlatılması güç isimlerden biridir. Böylesine kudretli bir ismin karşısında benim değerlendirmeye cüret edeceğim bir konu varsa, o da, İsmet Özel şiirinin benim dünyamda neye tekabül ettiğinin işaretlerini göstermekten öteye gidemeyeceğidir. Söz konusu şair İsmet Özel olunca; her türlü ahkâm kesmeyi ya da beylik ifadelerle konuyu entelektüel cambazlığa sürüklemeyi, açıkçası sakınılması gereken bir tutum olarak görmekteyim. Sakınılması gerekir; zira İsmet Özel’in, bugüne kadar ortaya koymuş olduğu şiirler; o şiirler hakkında yazılan yorum, analiz ve değerlendirmeleri tam anlamıyla gölgede bırakacak kadar güçlü ve kapsamlı bir söz söyleme iktidarını da beraberinde taşımaktadır. Bu anlamda İsmet Özel’in kaleme aldığı hiçbir şiiri yoktur ki kendi yorumunun çok ötesinde ezici bir galibiyet içermesin! Diğer taraftan karşımızda, 1963 yılında yayımladığı ilk şiirden (Yorgun) son yazdığı şiire kadar (Arap Komiserin Oğlu, Karagöz’de yayımlandı bu şiir) dikkatleri üzerine toplamış bir isimle karşı karşıya olduğumuzu akılda tutarak ilerlememem gerektiği kanaatindeyim. Zira bahse konu ettiğim isim, her yazdığı metniyle olumlu ya da olumsuz bir karşılık bulmuş ve dahası eserleriyle, şu an edebiyat camiasında yazmakta olan önemli bir kuşağı etkilemiş bir isim olarak karşımızda durmaktadır. 67 yaşında olmasına rağmen hâlâ şiir yazan ve yazdıklarıyla “şaşırtmaya” devam eden bir isim karşısında bu söyleyeceklerim bile fazlasıyla cüretkâr olabilir ki; sürç-i lisan edersek şimdiden affola!
Burada şaşırtmak kelimesini tırnak içinde kullanıyorsak bir sebebi olmalı! Çünkü şaşırtmak, uyuklayanlara karşı çekilen bir el çabukluğu numarasına bağlı olarak sonuç veren bir duruma karşılık gelir çoğu zaman. Şaşırtmak deyimini eğer bu anlamıyla ele alacaksak, İsmet Özel’in bize el çabukluğu marifetiyle numara çektiği sonucuna pekâlâ ulaşabiliriz ki; kastımız tamamen bu mananın dışındadır. İşte tam da böyle bir anlama ulaşılmasın diye kelimeyi tırnak içinde kullanma gereği görüyorum. Zira İsmet Özel numara çekmenin aksine, şaşıran ve şaşırtan bir şair olarak, bize karşı çekilen numaraların künhüne dikkat çekmek niyetiyle seslenir dünyamıza. Burada şaşırtmak ya da şaşırmak yerine hayret etmeyi de koyabiliriz pekâlâ. Bu açıdan bakılınca İsmet Özel, yaşadığı çağda şaşırmayı ya da diğer bir deyişle hayret etmeyi, tabiri caizse bir makam olarak kullanmış, hayret ettikleriyle başkalarını da hayret etmeye davet ederek yaşadığımız dünyanın çeperlerini belletmeye önayak olmuştur. Dolayısıyla gerek düşünce dünyası gerekse şiir algısı olarak İsmet Özel, hayret etme imkânıyla itiraz edebilmiş bir yerden seslenir okurlarına. Eğer İsmet Özel’de bir itiraz etme melekesi oluşmuşsa ki, bu konuda şüpheye mahal yoktur, bu meleke ancak hayret edebilme kabiliyetiyle beslenenlerin ulaşabileceği bir melekedir. Bu açıdan İsmet Özel’in bu hayret makamından seslenişi ayrı bir dikkat gerektiren konudur. Hayretle alâkalı olarak İsmet Özel, “hayrete uğramak sıkıntılarımızdan kurtulmamıza yarayan yolu açmıyorsa hayret ettikçe salaklaşırız. Salaklaştıkça da titizlik gösterme yetimizi kullanamayan bir kimse oluruz” diyerek hayret etmenin yetmediğini, edilecek hayretin sıkıntılarımıza da merhem olması gerektiğini vurgulamıştır.
Diğer taraftan şairlik bahsine gelirsek, İsmet Özel’i, uğradığı haksızlığın öcünü almak üzere şiir yazan biri olarak görürüz karşımızda. “Öcümüz alınır diye irkildiğimiz” bir çağda, o, kendisinden eksiltilen şeylere karşı sesini şiirle yükseltebilmiş ve itirazını gene şiirin öç alıcılığıyla hedefine ulaştırmış bir şairdir. Bu öç alma refleksinin, ilk şiirlerinden olmak üzere İsmet Özel’de belirgin bir şekilde yer aldığını söyleyebiliriz. İsmet Özel’in ilk şiirlerinde, bir benlik oluşturmaya yönelik izlerin görüldüğü ve bu benlik oluşumundaki başat unsurun da öç alma refleksi çerçevesinde tebarüz ettiğini görüyoruz. Bu dönem İsmet Özel’in yoğun bir şekilde ben ifadesini kullandığı bir dönemdir ki; ilk şiirlerinin toplandığı Geceleyin Bir Koşu’da; kargılar, ölümler, kan lekeleri, tarlaları çiğneyen üzünç orduları, balçıkla beslenen saçlardaki yangın, kanlı eller, kinle bakılan takvimler, karanlığa kanat vuran yarasalar, gemilerini yakmış, silâhlarını bilemiş yürekli savaşçılar, yırtıcılar, piçler, korkunun gözleri, canavarlar besleyen ulu askerler, pençe gibi eller ve çirkinlik, köpeksi koklaşmalar, irin selleri, irin mutluluğu, iğrentiler, sırtlanlar, leş yiyen akçıl kuşlar gibi hırçın ve yıkıcı ifadelerin “ben” olgusunun etrafında yoğun bir şekilde kullanıldığını görmekteyiz. Tamamen modernizmin biçimlendirdiği bir dilin uzantısı olan bu yıkıcılık, şairin iç dünyasında yaşanan çalkantıları, çelişkili yansımaları ve zıtlıklar üzerinden çoğaltılan geçişleri de açıklığa kavuşturması açısından dikkate değer bir durumdur. Ontolojik olarak güvenliğini kaybetmiş olmanın telaşı ile arayışını sürdüren tipik bir modern insan duygu durumundan neşet etmiş bir karamsarlığı içselleştiren bu ifadeler, ergenlik dönemine yakışır bir saldırganlıkla etrafındaki çeperin dikenlerine karşı ben’ini savunma canhıraşlığını barındırır. Şairin, içinde bulunduğu bu duygu durum, muğlaklıktan açıklığa giden bir zıtlıklar bileşeni olarak yaşanılan dünyanın konforuna karşı duyulan tiksindirici rahatsızlığı da dile getirmesi açısından son derece güçlü bir dinamiğe sahiptir.
İsmet Özel, ilk şiirlerinde görülen bu yıkıcılık, yüzyılın anlayışıyla biçimlendirilmeye zorlananmış “ben” kavramıyla hesaplaşan, bu kurmaca benlik yerine asıl olan beni, uyumsuzluğun yıkıcılığıyla oluşturmaya yönelen bir şair portresi çıkarır önümüze. Bu yıkıcılığın zeminini oluşturan esas çerçeve ise, kırık döküklüğü ile üzerimize yamalanan modern benliğin yeniden inşasını övgüyle değil, tahrip ve tahrikle gerçekleştiren bir tutuma denk gelir. Bu yıkıcı ifadeler, kendiyle hesaplaşmaya başlamış birinin, iç dünyasında yaşadığı kaosa işaret etmesi açısından incelemeye değerdir.
Diğer taraftan çocuklukla ilgili imgesel göndermelerin yoğun olarak kullanıldığı bu kitap, ergenliğe geçiş dönemimin çelişkili zorluklarını da yansıtması açısından dikkat çekicidir. İsmet Özel şiirinin bütününde geçen çocukluk imgesi, modern algılama biçiminin bir türlü girmeyi başaramadığı kurtarılmış bir alan gibidir. Dolayısıyla çocukluk, temiz kalmanın, arınabilmenin diğer bir adı olarak öne çıkarılır. Bu ilk kitap dolayısıyla Geceleyin Bir Koşu, şairin kendi şahsi, mahrem alanından çıkmaması ve bu alanın çelişkileriyle hesaplaşması adına bir bütünlük oluşturur. Bu kitap, tam anlamıyla kendi ben’ine kapanık bir şairin bütünlüklü bir eseridir. Zira politik olarak son derece hareketli bir dönem olan 1960’lı yıllara denk gelir bu kitabın yayınlanışı. Dönemim politik ruhundan ziyade şair, kendi benini politize ederek bu mecra üzerinden bir okuma serüveni ortaya koymaya çalışır. Böyle bir dönemde yazan herhangi birinin, normal şartlarda dönemin ruhuna uygun politik kaygılar doğrultusunda şekillenmiş eserler çıkarması beklenir. Oysa İsmet Özel bu politik kaygılardan uzak durmuş ve özellikle politik göndermeler içeren “Partizan”, “Çağdaş Bir Ürperti”, “Bir Devrimcinin Armonikası” gibi şiirlerini, daha önce yayımladığı hâlde, bu kitaba dahil etmemiştir. Bu tavır bile, İsmet Özel’in alacağı istikametin nereye varacağı konusunda netlikler sunmaktadır bize. Bu durum bir okuyucu olarak beni, başından beri İsmet Özel’in popülist algı ve heyecanlara pirim vermediği sonucuna ulaştırıyor. Eğer durum bunun tersi olsaydı bugün Ataol Behramoğlu’nun durduğu yer ile İsmet Özel’in durduğu yer arasında herhangi bir fark olamazdı diye düşünüyorum. Şiiri, “insanın kendini tanıyabilmesini mümkün kılan bir imkân” olarak gören İsmet Özel, varoluş meselesini, popülist algının heyecanına bırakacak kadar günübirlik düşünemeyeceğini ve şiirin gündelik bir mesele olarak sıradanlığa kurban edilemeyeceğini bu tavır dolayısıyla açıkça ortaya koymuştur. Diğer yandan İsmet Özel, eğer şiirde popülist kaygıları öne almış biri olsaydı, gerek yazdığı şiir, gerekse bugüne kadar verdiği fikrî mücadele anlamında fazlasıyla hazmedilmiş ve anlaşılmış bir tavrın sahibi olarak dururdu karşımızda.
Eser Gürson’un Geceleyin Bir Koşu için dikkate değer bir yazı kaleme aldığını hepimiz biliyoruz. Gerek İsmet Özel’in, gerekse yazdığı şiirin alacağı istikamet konusunda tutarlı tahminlerde bulunan nadir isimlerden biridir Gürson. Geceleyin Bir Koşu için kaleme aldığı yazısında Eser Gürson, İsmet Özel’i bütünüyle gerçekleşmemiş bir geçiş dönemi içinde bocalayışıyla “marazi”, kompleksif sızıntılarıyla “tedirgin”, çocuksu tavırlarıyla “uçarı”, sivrilmiş içgüdüleri, aşırı ve aykırı davranışlarıyla “taşkın” bir şair olarak niteler. Yine aynı yazısında Eser Gürson; İsmet Özel’deki ideolojik yaklaşımı, bir amaç olarak değil de sancılı kişiliğinin dinginliğine bir zemin olarak seçtiğini vurgular. Belki de bu tavır nedeniyle İsmet Özel kendi benine kapanık bir şiirin oluşmasına sebep olmuştur diyebiliriz. Ondaki ideolojik tavrın karşılığı; kendi uçarı, tedirgin, taşkın ve kompleksif kişiliğine bir zemin bulmanın da adı olmuştur. Bu anlamda İsmet Özel’in düşünce dünyasındaki hareket noktasının temelini biraz da kendi karakter yapısının derinliklerinde aramak gerektiğini söyleyebiliriz. Zaten şiir dediğimiz metinler ya da şair diye tanımladığımız isimler bir tarafıyla da şahsi olanı ilgilendiren tanımlamalar bütünü değil midir? Dolayısıyla şiir de, şair de hangi alanda bulunuyorsa bulunsun, bulunduğu alana kendi kişisel renginden bir aşırılık sunacaktır. Bunları, dikkate değer, ilginç ya da özel kılan da tabiatlarına yapışık bu kişisel aşırılıklarıdır. İsmet Özel’in ilk yıllarındaki ideolojik yaklaşımın sonucuna bakarak onu popülist algının içinde değerlendirmek, Özel’in kişisel aşırılığını ve ontolojik kaygısını tam anlamıyla ıskalamak anlamına gelecektir. Oysa açıkça ortadadır ki İsmet Özel, ontolojik olarak durduğu yerin rahatsız edici güvenliğinde mukim olmaktansa ideolojinin zemininde “sarsıntılı bir sağlamlıkta” kalmayı tercih etmiştir.
İsmet Özel şiirinin geneline bakıldığında modern dünyanın konforuna karşı bir tavır alış görülecektir. Bu, sadece bedensel tatmine yönelik bir konfora karşı tavır alıştan mı ibarettir? Hayır. Modern düşüncenin temelini oluşturan zihinsel dinamiklere de ciddi bir tavır alış vardır onun durduğu yerde. Modern dünyanın, seküler anlamda kurgulanan zihinsel sığlığına karşı İsmet Özel, çok net bir tavırla hem yazdığı şiirleri, hem de düzyazıları bakımından bu zihinsel dayatmanın alternatifini açığa kavuşturan bir tarafta durmayı yeğlemiştir. 19. yüzyıl bilimsel felsefesinin dayattığı yeni algılama biçimi, yüzyıl insanının zihinsel dinamiklerini yerle bir ederken, İsmet Özel, bütün eserleriyle bu kargaşada yolunu şaşıran, alıklaştırılarak aptallaştırılan modern insanın çapraşık meselelerini “hikmet” çerçevesinde yeniden yorumlayarak, dünya serüvenimizi sekteye uğratan aksaklıkları dile getirme çabasına girmiştir. Onun şiiri, haysiyetli bir insanın yürüyüşü gibi vakur, kendinden emin, sahih ve sağlıklı bir zihnin dile gelmiş biçimidir. Nerede nasıl duracağını, hangi tavra karşı hangi gardın alınacağını muhkem bir bilinçle yoğurmuş bir kuvvet içredir.
“İnsan kendi doğrularını dış dünyanın somutluğu içinde bulursa şiire yüz vermez” diyen İsmet Özel, bu cümle ile bir taraftan şiir ile dış dünyanın somutluğu arasındaki çatışmaya vurgu yaparken diğer taraftan da kendi ontolojik kaygısının, âdeta yaşamının her döneminde görülen kendi doğrularıyla dış dünyanın somutluğu arasındaki uyumsuzluktan beslendiğine işaret eder. “Arayana yoksulluk eziyet vermiyor / arayanın aramaktan başka derdi yok / aradıkça dirisin” mısraları bize, onun arayışla bağını hiçbir zaman koparmamış bir şiire sahip olduğunu gösterir. Bu bakımdan; sosyalist, Müslüman ve Türk ibareleri altında kendi benzerini bulamamanın verdiği sancıyla şiirini şekillendiren bir ismin yazdığı her satırda, arayıp da bulduğu doğruları başkalarına ulaştıramamanın acılı hasreti görülecektir. Bu bakımdan İsmet Özel şiiri, hakikate duyulan hasretin sancıyla dile getiriliş biçimidir.
Şurası kesindir ki; büyük şairin tahayyülünde her zaman bir millet oluşturabilme, daha doğrusu şiirin çerçevesinde, şiir yoluyla bir milletin doğuşuna vesile olma meselesi yatar. Böyle bir gayeyle yoğrulmuş tahayyülün içinde, bireysel kaygılardan çok, toplumsal kaygıların yattığı su götürmez bir gerçektir. “Şiir kritik dönemlerin sanatıdır” der İsmet Özel. Bu, hakikaten de böyledir. Toplumsal bunalımların yaşandığı her çağda güçlü bir şairin, sanatçının doğuşuna şahitlik etmiştir tarih. Bu bağlamda Mevlânâ ve Yunus Emre gibi şahsiyetler, bu kritik zamanların doğurup şahitliğini tuttuğu isimlerin başında gelir. Nasıl ki Batı dünyasında, bir millet oluşturabilme adına Dante’nin yeri doldurulamazsa bizde de Yunus Emre ve Mevlânâ’nın yeri doldurulamayacak kadar büyük bir önem arz etmektedir. Rusya, imparatorluğunun son yıllarında, yani imparatorluğun en kritik dönemlerinde Dostoyevski adında büyük bir sanatçının doğumuna şahit olmuştur ve Dostoyevski’nin yazdığı her eserde Rus milletinin yeniden Ortodoksluk üzerinden dirilmesine yönelik bir çabanın görüldüğü aşikârdır. Öyle ki Edward Hallet Carr, Dostoyevski için yazdığı biyografi kitabında, Dostoyevski’yi çökmekte olan Rus imparatorluğunun son çığlığı olarak tanımlar. Bir çığlık olmak! Bu ifade çok önemlidir. Zira çökmekte dahi olsa bir milletin çığlığı olmayı seçmiş bir isim olmayı tercih etmiştir Dostoyevski. Zorun en zoruna talip olmuştur. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Bu anlamda, Mehmet Âkif, çökmekte olan Osmanlı’nın son çığlığı değil midir? Onun yazdığı her mısrada bu coğrafyada yaşanan sarsıntıların fotoğrafını, bu yok oluş çığlığının yankısını görmüyor muyuz? Tevfik Fikret’in şiirine yansıyan o karamsar heybet, içinde bulunduğu dönemim bir yansıması değil de nedir? Hakeza İsmet Özel’in şiirindeki o sarsıcı üslûp, o dikkat çekici dil; Amerikan kuvvetlerinin Alman hatlarını işgal etmesine denk gelen yenidünya düzeninin insanoğlu üzerine kurulan tahakkümüne bir başkaldırı değil de nedir?
Erbain sonrasında İsmet Özel’in, şiirde kullanılan ses, ifade biçimi ve teknik formları bakımından yeni bir döneme girdiğini görüyoruz. Bu dönem Bir Yusuf Masalı ve sonrasına ait şiirlerin yazıldığı döneme denk gelir. Bir Yusuf Masalı adlı kitabıyla klâsik edebiyatımıza ait bir formu modern bir dilin duyarlığıyla yeniden yorumlayarak gündeme getiren İsmet Özel, gelenekle olan kadim ilişkisini de böylelikle açığa çıkarmıştır. Şiirde tahkiye unsurunu bu denli uzun ve ustaca kullanan çok fazla şiire denk gelinmez modern şiirimizde. Tahkiye unsuruyla beraber tasvirlerdeki canlılık da şiirin sağlamlığını artıran unsurlar arasındadır. Diğer taraftan Bir Yusuf Masalı; “Münacat”, “Naat”, “Sebeb-i Telif”, “Dibace” ve yedi “bab”ıyla tam anlamıyla geleneksel şiirin kodlarıyla kurgulanan bir eser olma özelliği taşır. Bu kodlamanın tesadüfi olmadığı ortadadır. Nasıl ki geleneksel olarak her yüzyılda bir yenilenen Leyla ile Mecnun şiiri, Sezai Karakoç şiiriyle yaşadığımız yüzyılda yeniden yorumlanıp yerini bulmuş ve modern şiirimizin gelenekle ilişkisi daimi kılınmışsa, İsmet Özel de bu kadim serüvenin bir parçası olarak Bir Yusuf Masalı’nı yeniden yorumlayarak bu devamlılığa önemli ölçüde katkıda bulunmuştur. Bu tavrı Turgut Uyar’ın Divan’ında da görüyoruz. Dolayısıyla İsmet Özel’in gelenekle ilişkisine sadece şiirinde değil, düzyazılarının derlendiği kitaplarda da rastlamak mümkündür. Bu anlamda Kırk Hadis kitabı, şairin boş bir zamanına denk gelmiş de öylesine yazılmış bir kitap olarak yer almaz raflarımızda. Gelenekle olan irtibatın varlığına bile isteye yapılmış esaslı bir vurgudur İsmet Özel’in Kırk Hadisi. Of Nat Being A Jew kitabıyla politik tavrını daha bir belirginleştiren İsmet Özel bu kitap sonrasında çıkan şiirlerin uzun ve yorucu olması nedeniyle çok eleştiri alsa da, bu kitaptaki şiirler vesilesiyle Türkçenin derinliğine yeniden dikkat çekmek gibi önemli bir vazifeyi üstlenmiştir. 20. yüzyılda parçalanan dilin içeriksizleştirilmesine karşı Of Nat Being A Jew şiirleriyle bir önlem alan İsmet Özel, bu kitap vesilesiyle, Türkçenin, kasıtlı ya da kasıtsız olarak parçalansa dahi içerikten, özellikle Müslümanca bir içerikten yoksun bırakılamayacağının sağlamasını yapmıştır. Bu anlamda Yunus Emre on üçüncü yüzyılda Türkçeye nasıl bir mertebe sağlamışsa, İsmet Özel de aynını yapmış, Of Nat Being A Jew kitabıyla o mertebenin sağlamlığına perçin atmıştır.
Gerek bireyin, gerekse toplumların hayatında şiiri, kritik dönemlerin sanatı olarak gören İsmet Özel yazdığı şiirle hem kendi bireyselliğini, hem de Türk toplum hayatının kritik dönemlerini ele alışı açısından ayrı bir önem arz etmektedir. Sadece “Amentü” şiiri bile bu coğrafyanın yaşadığı tarihsel bunalımı özetlemesi açısından dikkate değer veriler ortaya koymuştur. Bu toplumun yaşadığı kaderi kendi yazgısıyla ortak kılan ve söylediği her mısraı bu ortaklığın güveniyle sağlamlaştıran böylesi bir zihnin ortaya koyduğu her satırı, bu toplumun kalben ve zihnen daha sağlıklı bir alana sahip olabilmesi için verilmiş bir mücadele olarak görmekteyim. Dolayısıyla midesine indirdiği her lokmanın hakkını içinde bulunduğu ve sorumluluğunu hissettiği toplumuna karşı fazlasıyla ödemiştir İsmet Özel.
İsmet Özel, yazdığı şiirle bir öç almışsa eğer, bu öç, mikro değerde kendininse makro değerde Türk toplumunun aldığı bir öçtür. Şiir Okuma Kılavuzu kitabıyla poetik duruşunun hatlarını belirginleştiren Özel bu kitapla şiiri, yoruma açık, salt kuramsal bir değer ya da mekanik bir kurgu olmaktan uzaklaştırıp hikmetin merkezine yerleştirmiştir. Sağlıklı ve dolaysız bildirişimin olduğu yerde şiirin olamayacağını söyleyen İsmet Özel, düzyazının bize veremediğini şiirin tutuk dili vasıtasıyla elde edeceğimizin altını ısrarla çizer. Dolayısıyla İsmet Özel için şiir, düzyazının sekteye uğrattığı iletişimsizlik zamanlarında devreye sokulan anlam alış verişinin hakikatle sürdürüldüğü tek sahici imkân alanı olarak görülür.
Şiirin gerçeğe sahip çıkması dilin çok anlamlılığında saklı gerçekle ilişkilidir. Bu anlamda düzyazının gerçekle olan ilişkisi zihinde net ve anlaşılır, “mış” gibi yapan bir zan üzerine kuruluyken, şiirin kapalı ve tutuk örgüsü bu iletişimi sahih bir alana çeker. Şiir, düzyazı gibi bir netlik sunmasa da zihin ve kalbin düzyazıdan daha fazla yüz verdiği bir alanı temsil eder. Şiiri, beşerî bir ses olarak betimleyen İsmet Özel bir yandan da şiirin insanlara kendi insanlıklarını hatırlatan bir bilgi olduğunu vurgulayarak, bu bilginin hiçbir sayaç tarafında ölçüme vurulamayacağını ve hiçbir laboratuvar tarafından tetkik edilemeyeceğini işaret eder. Bu hâliyle İsmet Özel, bu çağın kayıp bir yitiği olarak hikmetin arayıcılığına şiirin kılavuzluğuyla başlatır bizi. Şiir dilinin sahihliğinde hiç kimsenin elinden alamayacağı bir yurt edinen İsmet Özel ontolojik güvenliğini de bu yurdun sahihliğinde kazanmıştır.
*(Bu yazı, 25 Haziran 2011’de Türkiye Yazarlar Birliği Ankara şubesinde gerçekleştirilen Modern Şiir Toplantısının sunum metnidir.)