Bütün Hainlerin Aynı Anda Amuda Kalkması Asla Tesadüf Değildir

Son yıllarda ama’sını, fakat’ını eksik etmeden, hemen her şeye bir kulp bulmanın telaşıyla ilerleme yarışında bulunan birtakım nev-zuhur tipler etrafımızı istila etti. Adeta bir proje dahilindeymişçesine piyasaya sürülen bu kullanışlı meczuplar, kalemlerini ağızlarına sıkıştırdıkları hainlikle süslemekle meşguller. Sosyal medyada, gazete köşelerinde, televizyon ekranlarında hep bu tiplerin sırıtışına şahit oluyoruz. Aynı fabrikanın fasonluğu ile mündemiç bu kalemşörlerin sayılarında günden güne bir artış gözleniyor. Ve ne hikmetse hemen hepsinin ağzından benzer söylemlerin murdarlığı akıyor. Tüm murdarlıklarına rağmen alkışı hak edecek bir pirim yaptıklarını da inkâr edemeyiz. Bir katre pisliği sızdırmak için milyon kere doğruyu söylemekten kaçınmayan bu örtükler, pejmürdeliklerini de hakikatin yanında temsili bir suret gibi okutmaktan asla hayâ etmiyorlar. Meçhul muhayyel gibi, bu ne idüğü kestirilemeyen müstear kişilikler, işin ehillerince ciddiye alınmadıklarını bildikleri için, her türlü madrabazlığın ipinde cambazlık ederek kamu dikkatini celbetmeye çalışıyorlar. Bir tür yeni yetme ergen psikolojisi ile gelenekten sufiliğe, fıkıhtan siyasete, İslamcılıktan mezheplere kadar birçok konuda saldırgan tavırlarla piyasaya ayar vermeye kalkışıyorlar. Besbelli ki fıkhın keskinliğinden rahatsız oluyorlar ve bütün teorilerini dolaylı dilin hinliğiyle fıkha karşı kullanıyorlar. Akıl çelici yöntemlerle hareket eden bu müstear meczupların en bilindik özelliği ise ehli tarik sarığıyla Sünniliğe saldırmak.

Ceplerinde salyangoz taşıyorlar ve salyangozlarına yeni müşteriler bulmak için Müslüman mahallelerinde inci mercan tezgâhları kuruyorlar. Başta da belirtildiği gibi bir damla pisliğin kabımıza sıçraması için milyon hakikati ikrar etmekten hiç mi hiç yüksünmüyorlar. Her nerede rijit bir mesele, spekülasyona açık bir mevzu varsa tuzluklarıyla koşup murdarlığın sofrasına kuruluyorlar. Bu zihni meçhuller neye karşı olduklarını, hangi konuda nasıl bir niyet beslediklerini sarahatle söylemek yerine zımni bir manipülasyon yöntemi ile kendilerini millet nezdinde tardedilmekten koruyabiliyorlar. Açık ve aleni olmamaları meslek ve meşreplerinin gereğidir. Dillerinin altındaki herzeyi altın vuruş için bekletiyorlar. Hariciliklerini allayıp pullayarak kamu nezdinde karizmatik görünmenin soytarılığına soyunuyorlar. Sürekli Müslümanlarla cedelleşme hesabı güttüklerinden Müslümanların geçmişi, şimdisi ve gelecekleriyle alay edercesine birtakım yakıştırmalarda bulunuyorlar. Bu milleti mayalayan, bir arada tutan ne varsa hepsine karşı ortak bir siperin gölgesinde ağababalarından gelecek taarruz emrini bekliyorlar. Geçmişimizle görecekleri hesapları var. Şimdimizle hoşnut değiller. Geleceğimizi ise kendi nev-zuhur söylemleri ile tasarlamanın peşindeler. En büyük eğlenceleri şimdinin eksiklerinden yola çıkarak, İslamcı düşüncenin tamamını töhmet altında bırakmak. Bu insafsız toptancılıkla gözlerini karartmış olmalarının elbette zihin dünyalarında bir karşılığı var. Bön ve nobran oldukları kadar düz mantığın da düzlüğünde sığdırlar. Modernlik karşıtı cümlelerle sempatik pozlarına girmeleri onları geleneğin sınırına yaklaştırmadığı gibi yıkıcı bir üslupla piyasa yapmaları da yapıcılıklarından ileri gelmiyor. Aksine varlıklarını tamamen yıkıcılık üzerine inşa etmenin hırsıyla hareket ediyorlar. Öyle ki hırslarından çatlarcasına saldırıyorlar ve hatta hızlarını alamayarak önünü ardını kolaçan etmeden el-fâz-ı küfür mesabesinde cümleler kuruyorlar. Güya küfre yaklaşarak imamlarını artıracağını düşünüyorlar oysa imana yaklaşır gibi göründükçe küfre bulaşıyorlar. Fikriyat anlamında sulbleri temiz olmadığı için üslupleri de temiz değildir. Husumetlerini, canlarını kusmuklarında boğduracak kadar ileri götürmelerinde bir ezikliğin psikozu yatıyor.

Karizmatik getirinin albenisiyle her türlü saldırıyı mubah gören bu güruh bir yandan sağcılık, muhafazakârlık ve İslamcılık mefhumları etrafında Müslümanlara kılıç sallarken bir yandan da yancılığını yaptıkları sol camiaya yanaşmanlık taklaları atıyorlar. Ham yobaz ulusalcılık ve kaba saba beyaz solculuk refleksi ile arzı endam eden Cihangir tayfasından onay alabilmek için her türlü şaklabanlığın boyasına bulanmayı lütuftan sayıyorlar. O beyaz muhitin entel esnafı tarafından bir kez öpülseler dünyayı solduracaklarına inanıyorlar. Sosyal adalet, özgürlük, çevre duyarlığı, din felsefesi, ahilik söylemleri üzerinden sınıfsal imtiyaz, modern kentleşme karşısında geleneksel mimari, sanayileşmeye karşı bölgesel üretim gibi cilalı vecizeler ile gönül alıcı bir pozisyon takınıyorlar. Sırf iktidarın Sünni politikalarına karşı Aleviliğin esaslarını ileri sürüyor ve Sünniliğin evveliyatında Aleviliğin yattığını iddia edecek kadar sıra dışı olabiliyorlar. Oysaki bunların dertleri ne Sünnilik ne de Alevilik, dertleri doğrudan İslam. Müslümanlar üzerinde gördükleri birtakım yanlışları Sünnilikle bağdaştırarak asıl sorunun bu doktrinde olduğuna dikkat çekmeye çalışıyorlar. Daha da netleştirmek ve isimler üzerinden gitmek gerekirse; Lütfi Bergen benzeri, kimliği ve kişiliği belirsiz gölge şahsiyetler tarafından “Tanrı Sünni miydi” gibi ipe sapa gelmez sorular ileri sürerek saçmalığın dibine inebiliyorlar.

Bu tipler özellikle Gezi kalkışmasından beri aynı çarpık dilin fütursuzluğuyla saldırılarını devam ettiriyor, Sünnilik ve millilik üzerinden ifsad edici karşıtlıklar ileri sürüyorlar. Oysa kötülük zifiri karanlıkta bile kendini belli eden bir tıynete sahiptir. Dolayısıyla “Allah Sünni midir” diye zırvalayan birinin zihin dünyasını, niyetini, kastını anlamak için kütüphane kütüphane dolaşıp bilgi devşirmeye gerek yok. Örtük bir dolambaçlıkla saldırıyorlar. Bu milletin elinde ne varsa ona saldırmanın kuzu postuna bürünmüş çakallığıyla dolaşan bu gayri sahih tiplerin benzerlerini hemen her yerde artık görebiliyoruz. Bunlar, Sezai Karakoç’un Kıyamet Aşısı kitabında, kendi çocukluğuna dair anlattığı kurt ve lamba hikâyesindeki misal gibi elimizdeki ışığı söndürmenin gayretindeler. Sürekli ışığımıza diş geçirmeye çalışıyorlar. Onların o kemirgen azı dişlerine karşı elimizde Sünnilik ve Türklükten başka ışık kalmadı. O ışık söndürüldüğü zaman diğer elimizde tuttuğumuz kılıcın bir hükmünün olamayacağını onlardan daha iyi bilen yok. Dolayısıyla bütün çarpıtmalarını bu kavramlar üzerinden yürütüyorlar.

Çalarak çarpıtıyorlar. Fikriyat alanında yürüttükleri hırsızlıkları ispat gerektirmeyecek bir açıklıkla önümüzdedir. Daha evvel yazılan metinler üzerinden hırsızlık yaparak, çaldığı fikri, kendi sapkınlıklarına boyayarak karizmatik getiriyle meşhur olmanın peşinde koşuyorlar. İsimleri müstear, cisimleri meçhuldür bunların! Zihnen rüştlerini ispat edemedikleri gibi hukuken de bir karşılıkları bulunmuyor. Müptezelliklerini aşikâr eden vasıflarını afişe etmekten rahatsızlık duymuyorlar. Millilik etrafında söylenenlere karşı anında kavramsal bir karşıtlık geliştirebiliyorlar mesela. Sünnilikten günahlarından nefret eder gibi nefret ediyorlar. Kibirleri fevkaladenin fevkindedir! Yine de yalana bandırılmış tevazularını yamalı bir esvap gibi üzerlerinde tutmayı gayet iyi beceriyorlar. İğretiler. Heidegger’in su taşıyan fotoğraflarını hesaplarından yayınlayarak Müslümanlara kibrin en yükseğinden çatmaya kalkışıyorlar. O çalıntı duruşla ne Heidegger olunabileceğini ne de o kovayı taşıma kabiliyeti sergileyeceklerini gayet iyi biliyorlar. Karakterlerine yapışan eziklik, iflah olmaz bir virüs gibi kalemlerine, sözlerine ve yüzlerine vuruyor. Bütün reflekslerini karşı kıyının taltifine ayarladıklarından kendi cephelerinde olup bitene şaşı bakma cezasına çarptırılmış gibiler. Üç günlüğüne köye bırakılsalar tavuk bile yemleyemez olmalarına rağmen sulu zırtlak bir romantizm jargonuyla efrada köye dönme çağrıları yapıyorlar. At görse deve sanacak adamların “ata binin” vaazları vermesi ise adeta azizliğin parodisi. Asfalta düşmanlar fakat otomobillerden de aşağı indikleri görülmemiştir. Kenar mahalleden gelip rezidansta yaşarlar. TOKİ’yi eleştirecek kadar da mimari bilgileri var çok şükür. Estetik algıları Batı’da beş kuruş etmese bile Doğu için fazladır. Eğitim sistemine toptan karşılar fakat alayı diploma peşinde.

Daha evvelinde bu tiplerin kullanıma elverişli kumaşlar olduğunu ve vakitlerinin gelmesini beklediklerini bir yerlere not etmiştim. Kanaatim hiç değişmedi. Onlar zamanlarını bekliyorlar. Kendi zamanlarında yapacaklarını kabul edilebilir bir kıvama getirmek için de şimdinin zemininde meşru bir kisveye bürünmenin hesabını kuruyorlar. Şimdinin modasına uygun bir ahval içinde konjonktürün gereğini yapıyorlar. “Sahih dini anlatacağız”, “uydurulmuş dinden indirilmiş dine geçeceğiz” gibi cilalı sözlerle Kur’an ve sünnete hürmet sunarmış gibi yapanların yüzü bile isteye hıyanete meyyaldir. Zaten “mış” gibi yapmak hıyanet ehlinin huyudur. Her ne yaparsa yapsınlar yine de başarılı olamayacaklar. Allah tuzak kurucuların en hayırlısıdır ve suyu toprağı salavatla yıkanmış bu topraklarda murdarın tohumu asla tutmayacaktır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir