Neden, niçin, niye? Gündelik hayatımızda yeri ve önemine dikkat etmeksizin sıkça kullandığımız bu üç soru, muhatabından aynı sonucu mu ister? Sonuç aynıysa, aynı şeyin üç farklı şekilde seslendirilmesini laf kalabalığından başka neye yorabiliriz o halde? Ya da Türkçe dediğimiz dil eş anlamlı kelimelerle çoğaltılmış bir gevezelik dilimidir? Söz’ü namusla aynı kefede tutan bir dilin lakırdıya yer ayıracak genişlikte bir ağzı olmasa gerek!
Niçin inanıyorsun? Neden inanıyorsun? Niye inanıyorsun? Veya neden dünyadayız? Niçin dünyadayız? Niye dünyadayız? Bu soruların karşısına aynı anlam kümesinde kesişen ortak bir cevabı koymak pek mümkün görünmüyor?
Bu üç sorunun ortak olduğu tek taraf “ne” sorusunda saklıdır. Ne’nin ardına takılan eklerin biçimi farklılaştıkça sorunun muhatabına sunulan içeriği de farklılaşıyor! Ne+den? Ne+ için? Ne+ile?
“Ne-den dünyadayız” sorusundaki “neden”in cevabı, varlıkla vücut bulmamızın öncesine ait bir anlam arayışına götürür bizi. Yapılan eylemin, fiilin ya da işin (bunların üçü de aynı anlama gelmez) başlangıç sebebini ararız böylece. Bu anlamda ne gelecek ne de geniş zamanın işaretini bulamayız onun odağında. Onun parantezine girdiğimiz an üstümüze geçmişin çengeli fırlatılmış demektir. Neden sorusuyla kurcaladığımız şey başlangıca ait olandır esasında. Sebebin var olduğu fakat fiilin henüz varlığa kavuşmadığı bir zaman diliminden söz açılmasını isteriz böylelikle. Neden sorusudur bizi teknik arayışın çemberine dolaştıran neden. Onunla en başa götürürüz işleyişin bütün parçalarını. Mekanik olması bakımından iz sürücülüğü kabacadır. Mühendis edasıyla çalıştırır kendi düzeneğini. Fiilin kendisindense, o fiilin başlangıcında olan bitenin kurcalanmasını, evvelin aydınlatılmasını isteriz onunla. “Neden bu kızı sevdin” denildiğinde muhatap aldığımız şey öznenin kendisi değildir. Sevginin kendisi ya da süreci de uzaklaştırılmıştır onun çemberinden. Neden sorusuyla; olmuş olanın ne’liğini merak ederiz; ne kızı ne de sevginin kendisiyle ilgileniriz. Merakımızı giderecek cevabın içeriğini, o kıza duyulan sevginin varlığını oluşturacak başlangıç sebebiyle doldurmak isteriz.
“Ne-için dünyadayız” sorusundaki “ne-için”in cevabı ise yaratılışımızın sonrasında yapacağımız serüvenin içeriğine dair bir netlik sunar bize. İçe yönelik bir taşınma biçimidir “niçin”. Olanın olmuş olmasıdır niçin’e başvurma gereğini bize hissettiren sebep. Eylem olduğu sürece çaldığımız her zaman niçin’in kapısı olacaktır. Varlığın yaratılmışlığına ve bundan sonrasının ne olacağına dair aradığımız cevabı niçin”in karnında ararız. Eylemin içi ile meşgul olmakla ahlaki olanın da ortaya çıkmasını bekleriz böylece. Niçin”in karnını deştiğimizde, olmuş olanın oluş sonrasında takip ettiği yolun ilkelerini görmek isteriz. Bu da bizi ahlaki olanın içine götürür. “Bu kızı niçin sevdin” diye sorduğumuzda, kız artık sevilmiş, olmuş olanın geri dönüşsüzlüğü kesinleşmiş demektir. Bundan sonrasını ne-için ile anlamlandırmak, durumun içeriğine, olmuş olanın içine dikkat kesilmeyi gerektirir.
“Niye dünyadayız” sorusundaki “niye” ise dünyadaki serüvenimizin nihai hedefi ile ilgili bir izahı aratır bize. Şimdinin geleceğe uzatılmış manivelasıdır. İçeriğindeki beklenti olmuş olanın nihayetinde gizlidir. Gelecek kaygısının yüz ekşiten tarafıdır o. Niye sorusu bir beklentiler göstergesidir. Var olma katına bilkuvve olarak erişmiş, hayat serüvenine başlamış olan varlığın başladığı serüveninin nereye varacağını “niye” sorusu ile irdelenmek isteriz. “Bu kızı niye sevdin” diye sorduğumuzda sevme işinin başladığını, hatta ortayı bile geçtiğini biliriz. Bu soru ile giriş gelişmeyi değil serüvenin sonuç olarak neye tekabül edeceğini irdeler, sevme işinin nasıl sonuçlanacağına dair merakımızın giderilmesini arzu ederiz. Onunla bir sonuç bekleriz. “Niye inanıyorsun” sorusuna aradığımız cevabın içeriğinin ise beklentilerimizden başkasıyla dolamayacağını biliriz.