Transylvania

Kırık ruh gezdiricisi. Atlaslardan artan güzellik. Ki ceplere sığmamıştır serinliği. Cebrail’in kanat vurduğu tebessümde ilk nokta. Yıkıntılar arasında, aldanışını seyrederek bakışını süsler bir kadın. Meşgalesi meşhurdur. Kaburga kemikleriyle döve döve göğertmişler gövdesini. Saçları yolunmuş Zingarina…

Ey bekletilmiş suskunluk! Baltayla mı taramışlar tüylerini senin? Fırında tavuk kızartması ve yanağını kaşındıran kelebek.  Dikenli kumaşlara sararak uykusunu yoğuruyor. Bin yılın kenarında, kenarda tutmuştur gölgesinin nöbetini. Yadırgamış yatağını, göçüyormuş. Durmadan göçüyormuş. Güz akmıyormuş gözlerinden bir külçe.

Kırılıyor tarih. Yıkıntıdan yıkıntıya kanayan bir ben taşınıyor sırtında… Karın ağrılarına denk düşmüyor sınırını aşan zekâ. Hiçbir ruhun hazmedemeyeceği kabızlık. Omza değen omuz. Eti yaralayan seğirti. Reddediş ve soğuğun öldüremediği gebelik.

Kim sınırlarını çizebilir senin? Kim? Hangi güç o kasvetli yörüngeni değiştirebilir? Ey yörüngesizlik, ey pençesini kolayına değdirmeyen vahşilik… Ve müzik! Her şeyin sıradanlaştığı yerde başlayan o büyülü maske. Çılgın bir dans eşliğinde yumrukluyor ikimizi. Antik nesneler ve unutmanın katı yüzü. Fiziği yeniden keşfediyormuş gibiyim. Oysa ben fizik bilmem.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir