“Hâlbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta / Her şey naylondandı o kadar” diyordu Turgut Uyar Geyikli Gece şiirinde. Geyikli Gece, modern kent olgusuyla henüz tanışmış taşralı bilincin ümit şırıngasıydı. Üç ev görse şehir sanan, üç güvercinle Meksika’yı anımsayan kalabalıkların küçük şeylerden yapılan hüznüydü belki de. Yeniliğe duyulan özlemin dizginlenemeyen toplumsal şehvetiydi. Arzunun saldırganlığı, sakinliğin azgınlaşmış sarhoşluğuydu. Savaş görmüş, toplu kıyımlara şahit olmuş bir dünyanın kendinden geçme haliydi bir yerde. Boş vermişliğin, uçarı üçkâğıtçılığın, kahkahanın insana yapışan bayağılığıydı. Umutla umutsuzluk arasında gidip gelen 60’lı yılların Türkiye’sini özetleyen şiiriydi Geyikli Gece.
Geyikli Gece biteli çok oldu. Ve şimdi karakoncolos vitrinler önünde, her şeyin ağır ağır değiştiğini izlettiriyorlar bize. Zamanın ruhunu zapt edenlerin dudakları arasından yanık naylon kokuları tütüyor. Artık ne geyik kaldı ne gece. Geyiği vurdular, alışveriş merkezlerinde sergileniyor şimdi onun cesedi. Geceyi ise neon ışıkların ayartıcı vahşiliğiyle parlatıp önümüze koydular. Gündüzle gece arasındaki mesafe tırpanlandı. Kesintisiz aptallıkla sürdürüyoruz meçhul yolculuğumuzu. Her şeyin büsbütün naylonlaştığı zamanlara yetiştik çok şükür.
Ümit pompalamak ümitsizliğin kız kardeşi oldu. Ve o pompanın başında nöbet tutan zadegânın parmaklarından ruhlarımıza sıvılaştırılmış naylon akıtılıyor. Siyasetini şartlara göre yürütenlerin, on yılda bir fikir değiştiren oportünistlerin elinde şekilleniyor dünya. Hızlıca değişiyoruz. Merhamet yoksunu meczup bir üvey ananın elinde yetişen çocuklar gibi günde kırk libas değiştiriyoruz. Sarsıldı dengemiz. Kararsız bir denge olarak sağdan aldığımızı sola soldan aldığımızı sağa çarpıyoruz. Sabahleyin var dediklerimizi akşamına kalmadan yok sayıyoruz. Dün sinekkaydıyla parlattığımız liberal gevşekliğimizi bugün firavunvari sakallarımızla radikalleştirmeye çalışıyoruz. Her şeyi naylonlaştırıyoruz. Meşin suratlar, kaliteli kauçuktan yapılma kalpler meşhur şimdi. Her yılda bir ivme kazanan grafikçi tiplerin inip çıkan istatiksel verileriyle çalkanır oldu çarşı pazar. Dün kör etmek için mızrak sallanan göze bugün görülmemiş bir kaypaklıkla işmar ediliyor. Al beni diye yalvarılıyor, beni de al çukuruna, çarkına kurban olduğum dünya.
Dün avurtlarımızı şişirerek tıkıştırdığımız lokmaları, bugün sevimli fitness salonlarında utana, sıkıla eritmenin peşindeyiz. Naylonlaşan şişmanlığımızı daha da naylonlaşacak bir fitlikle değiş tokuş etmenin gayretindeyiz. Bakarak kendinden geçtiğimiz bu tablo naylon. Kısır döngülerin kasırgasında uçup kaçan fikirler naylon. Artık hiçbir kitabın sayfası sadra şifa zenginliğiyle aralanmıyor. Bir başkasını alt edip aldatmanın çılgınlığıyla savruluyoruz etrafa. Protokol başında sıktığımız el naylon. Öptüğümüz yanak naylon, yattığımız yatak naylon. Plastik bir heyecanla büyütüyoruz sanatsal kaygılarımızı. Zenginliğini kaybetmiş güdük bir dilin gündelikçiliğiyle konuşup, hoşbeş ettiğimizi sanıyoruz. Konuşmuyor koklaşıyoruz. Ekranları süsleyen entel magandaların zihinsel becerileri hurdalıktan ibaret! Bu magandaların boşluğa sıkılan kurşunlarıyla intihar ediyoruz. Patronaj partisinde dili kopartılmış horozlar gibi birbirimize karşı kesik kesik öksürüyoruz. Başa gelmenin belasıyla omuzdan baş almanın hırsına kapı aralıyoruz.
Umut naylon, umutsuzluk naylon! Sempatik sempatizan haydutluğuyla kırk çanağı tek hamlede kıranın hamlesi naylon, alkışı naylon. Kötümserliğin gâvurluğunda sofra kuranların yediği içtiği her şey naylon. Muhalif olayım derken muhayyel bir romantiğe dönüşen zırvaperestlerin ağızlarında dönüp dolaştırdığı sakızlar naylon. Bir ayağı hiçlikteyken diğer ayağı her yerde olan sabitesiz pergelin mükemmel dönüşündeyiz. Turgut Uyar kendi döneminin Türkiye’sine her şeyin naylonluğundan korkulacak bir şey olmayacağını telkin ediyordu. Fakat bu azgınlık heyulasında artık irkiliyoruz. Vakit daraldı, kan çekildi. Ve her şeyin azmanlaşarak naylonlaşması karşısında korkmaktan başka da bir şey gelmez oldu artık elimizden.