Kayıp Otoban*

Sokağa çıkıyorum. Ne zaman sokağa çıkıp etrafımdan, sağımdan solumdan geçen tiplere baksam üzerime tuhaf bir gerginlik düşüyor. Sinirlerimde sirenler çalıyor, kafatasımdan aşağıya bir çatlama başlıyor. Ya ben meczubun,  dengesizin biriyim ya da bütün millet aklımın üzerinde bahis oynayan hain kumarbazlara benziyor. Sokaklar, caddeler hiç bu kadar tiksindirici gelmiyor, bozuk cümleler hiç bu kadar, bozukluklar hiç bu kadar, gelmiyor, dilime ermiyor ermişlerin bir tadı eyvah! Ne tarafa baksam pis bir akıntıdan şelaleler oluşturmuş şehrin insanı. Şehrin, bu günlük güneşlik bekleyişlerin, vıcık vıcık terleyişlerin, titreyişlerin insanı eyvah! Bana merhaba diyor yanımdan geçerken bir aygırın suları. Bana merhaba, Bamsı Beyrek Boğaç hanım, kunduzlarım. Ah, o sade, o kırbaç kılıç bakışlarını seziyorum güneş gözlüklerinin altından bakan Deli Dumrul amcamın. Ah Deli Dumrul; durul durul , bir kanadı yerde Azrail’in bir kanadı nere değer bilinmez.

Bak benim hoşbulduklu biraderim! Şimdi şu karışımızda duran kadınlar çantalarının en gizli bölmelerinden ya da hırkalarının iç ceplerinden sanki zeburdan eski bir sayfayı çıkarır gibi çıkaracaklar çikletlerini. Şakka da şakka çiğneyecekler. İşte tarih bu diyecekler. İşte bütün yapıp etmelerimiz, bütün doğurganlıklarımız, oğulluklarımız bu keyfin etrafında dönegeliyor diye diye gönenecekler. Ah tanrım diyecekler bu gevşeklik, bu yağlanmış çenesellik sular seller gibi bizi kadın kılıyor. Ah tanrım diyecekler sonunda, şükür!  Ya da şurada, şu masada elindeki cigarasını nasıl tutacağını bir artistten öğrenen briyantinli delikanlının tık nefes bir heyecanla kurduğu şu bozgunculuğa bir bakıver istersen a benim hoşbulduklu biraderim. Önünde en fantastik cinsinden bir kitap: Kamasutra. En ucuzundan bir kot montun sırtında bir marka : Levis . Şimdi şu briyantinli delikanlı, elini bir yumruk yapıp işaret parmağını şakağına dayayacak. Böylece kendisine geçici bir felsefi derinlik katacak.   Aklının en aziz uçlarından bir süvari alayı geçiriyormuşçasına bir boşluğa bakıp kısarak gözlerini şöyle böyle etrafı dolanacak. Kızları dolanacak, ağaçları dolanacak, garsonun yanından bir ihtiyarı dolanacak. Garson çayı getirince yanına, onu şöyle sanacak: hey kovboy metalim benim! Tam kovboy der demez  içinden garson, arka bahçenin çitinden içeriye elinde yerli baltasıyla bir müezzin dalacak.  Herkes bir ezan sesi bekleyeceğini sanaduruken, müezzin, elindeki baltayı briyantinli delikanlıya, delikanlıya, delikanlıya… “Bre gâvur, bre kanlım oldun Amerika” diye bir nâra dolaşacak minareleri. Bütün ağızlara latince sıkı fıkı bir fermuar çekilecek. Bütün gözlerde sarsıntı korkusu. Bir zorbalık kokusu… Böylece şu şenlikli panayırın ucundan bucağından değil, tam olarak ortasından yukarıya biber gazı sıkılmış gibi bir acı doğrulacak. Bu acı kalkarak ortasından ahalinin, garsonların arkasından seğirterek birdenbire boğazımızdan aşağıya modern, soğuk, buzdan bir sarkıntı sarkıtacak. Herkesin yüzünde kalın puntolu bir kalleşlik, paslı, unutkan bir gazete okumuşluğu tüteduruken herkesin yüzünde, erirken herkesin dilinin ucundan aşağıya sarsak bir melankoli, kaypak bir sağırlık çökerken herkesin üstüne aniden, yalnızca senle ben bir cinayet tutanağı için tanık olarak çağrılacağız mahkemeye. Yalnızca sen ve ben bürokratik bir ağırlıkla somurtan bir seminerde, kış için odun kesen adamlara teknik malzemelerden kurmaca şapşallıklar düzeceğiz, tarihsel söylevler vereceğiz. Afrika için upuzun kıssalar kumpanyasından derme çatma tokluk listeleri hazırlayacağız! Zülumler için bomba imha ekipleri!

Bu kolpacı haydutları şimdilik şu taraftan götürelim evlere. Şu taraftan, şu herkesin herkesle yakınlık kurduğu karanlıktan. Ne kadar da birbirimize benziyoruz değil mi sevgilim? Hadi oradan müstakbel cesaretim benim! Yani şimdi, senle ben bir parkta geziyoruz misalen yani. Bir parkta bir balon uçurmuşçasına, çocukça bir eblehliği alıp dizlerimiz üstüne  koyuyoruz. Böylece ikimiz bir eylem için hazırlıklar yapıyoruz. Bir eylemi katıksız bir öfkeyle büyütüyoruz. Değil mi ki bir balon yeri geldiğinde hatrı sayılır bir bomba da olabilmeli! Öyle alelusul, üstün körü bir şeyden bahsetmiyorum güzelim! Ben hır gür üstüne hırlamaktan yana falan değil, öyle kızınca yumruğunu dişler arasına almaktan da hiç değil! Ben kızınca bir bomba falan olmaktan, bir dinamit gibi etrafı dağıtmaktan, yumruksam yumruk olmanın hakkını kollayıp bir yüzün kan revan ortasında patlamaktan bahsediyorsam, ki bahsediyorum işte, sana ne! Sana ne ulan yazdığım şiirin şanı şerefi bende saklıdır. Kını bıçağımın kuşağımda değil karnıma saplıdır. Sana ne ulan, ben kan kusunca kızılcık şerbeti içtim de ondandır bu mütebessim yüzlerim değil, bir kurdu boğazladım da oralardan gelmekteyim sanırım. Bir kurdu koyunlara dalınca, kanına ahalinin köpükten dilini banınca boğazladım sanırım. Sanırım ki her adım ilerisinde bir kurdun hayaliyle dövüşeceğim. Şu metruk evlerin gerisinde, zamanın eskimiş bir diliminde, daha her şeyin küstahlığına yeterince burnunu bulaştırmaz  iken çocuklar, ninem dizleri üstüne alarak efsunlu bir fısıltıyla bana şunları söyledi: bir kurt yalnızca bir kurttur! Bir kurt için en büyük saldırı alanı gözlerin ışığıdır. Bir gözün parlaklığıdır kurdu baştan çıkaran. Gözlerini sakın kurttan!

Sabah mı oluyor yoksa güzelim? Yoksa bu ağaran tan gecenin bir uzantısı mıdır nedir? Nedir seni biraz olsun bana doğru uzatıp saçlarından masalsı kılan yalan, biraz olsun yabani hayvanlara doğru koşturan, bu serin duvar dipleri, bu misafirperverlik şekilleri bin misli geri dönen bir fesadın mı temsili? Bağır! Kan beynimize sıçradı de, kafam olası her şeye karşı bir bozukluk travmasında. Bağır! Tam tamına yetmişüç kilodur etimin ağırlığı, yaşımın altında hiçbir ırmak akmaz olmuş de. Bağır! Ki öfke, beş ünitelik bir serum gibi alnımdaki damarlara takılı. Eşyanın zihnime meyyal bir mızrak gibi hizalandığını söyle, bu duvarlara asılan afişlerin üstünde, benden çıkıp yine bana doğru koşmakta olan sert bir paragraftan alınıp tasarlanmış bir cümle neden yoktur, bunu söyle! Bağır ve tut perçemimden beni! Silkele!

Sandıydım ki sabah olmuş. Çocuklar kalkarak yataklarından etrafı şenliklerle doldurmuş. Sandıydım ki kurduğumuz bombalar zulmün değil de dönüp bizim yüzümüzde, yüzümüzde bumbada bum!

*Bir David Lynch filmidir. 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir