Ağustos Böceği Bir Meşaledir
böcek ki akıtıyor damla damla ağzından
üzüm ballarında süzülmüş ağustosu
titreyen şıngırdayan bir çocuk oyuncağı
ağustos bu seste
bu durmayı unutmuş seste
çam diyor ağustos böceği
çamlara kasideler söylüyor
tanrı’ya yakarıyor nesli tükenmesin diye
bu hanedanın
ağaçlar içinde şah ağaç olan bu hanedanın
ey masalcı adam iftira ettin sen
bu harikalar harikası böceğe
onu suçladın tembellikle
en çalışkan onu görüyorum ben
hiç bir karşılık beklemeden
yazı ağustosu çamı çınarı
tanıtıyor bize yazı ağustosu çamı ve çınarı
ağacın dalında güneşe doğru yaklaşarak
suyun, bir damla suyun değerini altın ediyor
çiğ damlası bir zümrüttür diyor
susadıkça eşsiz sesiyle şarkılar söylüyor
ilahiler okuyor güneşe gönderiyor
sen bunları levha levha kızart diyor
bir daha yanmayacak şekilde kızart diyor
kıyamete kadar kalsın insanlığa uzat diyor
güneşi yakıcı güneş bilen gölgeyi reddeden
gölgede saklanma kurnazlığını reddeden
aç kalma pahasına olsa da öten
susamanın armonilerini en iyi bilen
matemden alevden bir gömlek giyen
yapraktan bir saray ören
sesini bir şehir gibi boşaltan nehre
dağlara kırlara ve ormanlara zerre zerre
sonra kış gelince karıncalar saklanır toprak altına
herkes bir önlem almıştır o hariç
o hep iyiyi güzelliği yaşamış
özgürlüğe dalıp çıkmış yalnız özgürlüğe
öbürleri hep gerçeklik taslamış
ama o hep gerçeği aramış
gerçeği aramağa çağırmış
ve gerçeği yaşamış
hiç yere hiç bir şey yaratmamış olanın
bize gönderdiği bir muştucu o yaratık
uyarıcı ve muştucu bir yaratık
– tanrı boş yere bir şey yaratmamıştır
anlayan için muştucu duyan için uyarıcı –
ateşle dans eder o güneşle dans eder
çırçıplak çıkar güneşin karşısına
belki yaşayamaz güneşi eksik kışta
fakat ardında unutulmaz bir yaz bırakır.